"Wetiko hastalığı zihni tamamen ele geçirdiğinde insanları hayaletlere, iblislere, zombilere, vampirlere ve yaşayan ölülerin üyelerine dönüştürür."
“Kitleler ruhsal epidemilerin beslenme yerleridir. Kötülük bireyleri enstrümanları olarak kullanarak bilinçsiz kitlelere dünya sahnesindeki yaratılışı ve çoğalması için bilinçsiz kitlelere ihtiyaç duymaktadır.
Toplu psikoz durumunda, insanlar kendileri için gerçek anlamıyla düşünmeyi bırakırlar ve başkalarının kendileri için düşünmelerine izin verirler, tıpkı koyunlar gibi yönlendirilirler ki yönlendirdikleri yer en yakın uçurum olsa bile buna karşı çıkmazlar.
Kendi ayırt etme güçleri ve kritik düşünebilme kabiliyetleriyle bağlantılarını yitirirler, kitle adamı akılsız sürünün bir parçası haline gelir ve toplu düşünmenin -ki üyeleri, wetiko dünyasının kendi paylarına düşmüş kısmına tutunarak birbirlerine destek olurlar- kurbanı olur
Algı Yönetimi Ofisi ana akım medya yoluyla bir fikre/olaya kritik bir kitleyi inanmaya ikna ettiğinde, kitleler arasında neyin objektif olarak doğru olduğuna dair bir anlaşma vuku bulur.
Gerçekliğin kitlelerin kabul ettiği versiyonu kendi kendine ağırlık ve momentum kazanır ve böylece gerçekte ne olduğunun topluca hayal edilmesiyle yerleşmiş bir dogma halini alır. Karşı konulamaz miktarda kanıt aksini ispat etse de, kart taşıyan üyeleri tarafından tıpkı bir dini gerçeklik gibi, inancın bir göstergesi olarak mantıksız bir şekilde inanılır.
Keyfi bir şekilde kurulmuş olan bu masala inanmayanlar, marjinalleştirilip şeytanlaştırılırlar ve ya deli ve komplo teorisyeni ve hatta terörist olarak bile adlandırılabilirler.
Gerçekliğin doğasına dair bu tür bir grup uzlaşısının, zaman geçtikçe, sürdürülebilirliği oldukça zorlaşır, her an yıkılabilecek olan bir kart destesi gibi, dünya görüşü gerçek olmayanın temel hatasına dayandırılmıştır."
Alıntı Şuradan: Levy, Paul. “Dispelling Wetiko.” North Atlantic Books, 2013-01-15. iBook
Bu malzeme telif hakkı ile korunuyor olabilir.
Wetiko’yu Kovmak adında bir kitap yazan Paul Levy toplu psikoz halini bu şekilde anlatıyor bize. Wetiko kendi tanımına göre zihnimize musallat olmuş ve de bizi saf ışık halimizden uzaklaştırıp kötülüğün, kıskançlığın, öfkenin kollarına atan bir parazit. Oldukça bulaşıcı olan bu zihinsel kurtlar tek bir insana dahi nüfus ettikten sonra onunla temasa geçen tüm insanlara geçip onları da hasta edebilir.
Böylesine büyük bir pandeminin fark edilmiyor –keza parazittik yapısı nedeniyle gözle görülmesi mümkün değil- olmasının en büyük nedeni herkesin az ya da çok bu hastalığın pençesinde olması fakat bunu bilmiyor olmalarıdır. Herkes hasta olduğunda bu normal olan olarak karşılanır ve gerçekte aklı başında olan ve bu hastalıktan muaf olan kişiler toplum gözünde “hasta” olarak nitelendirilecektir.
Bu olay aslında Jung’ın bize sürekli anlatmaya çalıştığı insanın karşısındaki diğerinin kendi iç dünyasının aynası olması fenomeninden başka bir şey değildir Hasta insan karşısındaki insanın davranışlarında kendi bozukluklarını görür ve içindeki hastalık dışarı çıktığından ve de görülür kılındığından gördüklerinden korkarak, kendisinin değil karşısındakinin bozuk olduğuna kendi kendine inandırır.
İnsanlar birbirlerinin aynalarıdır. Herkesin hasta ve bozuk olduğu bir toplumda aynalar dahi doğru düzgün çalışamaz.
İnsanların zihinlerini istila eden Wetiko hastalığı nasıl ortaya çıkmıştır?
Amerikan yerlileri Wetiko’yu insanların zihinlerini ele geçirerek onları kıskançlığa, doymak nedir bilmez bir açgözlülüğe ve aşırı tüketime ve biriktirmeye neden olan yamyam bir kötücül ruh olarak tanımlamaktadırlar.
Amerikan yerlilerini katleden, çocuklarını çalan, kadınlarına tecavüz eden onları barbar olarak nitelendirip her çeşit yalan ve düzenbazlıkla topraklarını ele geçiren, çalan ve yıkan medeni topluluklarının sözüm ona medeni beyazları çoktan bu hastalığın zehri altında insan sömürücü yamyamlara dönüşmüşlerdir ve keza bu hastalık medeni toplumun hastalığıdır.
Tarihte daha küçük topluluklarda etkiliyken sömürgeci imparatorluklar vasıtasıyla –ki bunların başında Roma imparatorluğu gelir- tüm Avrupa’ya yayılmış olan bu hastalık Kristof Kolomb’un yerli halkları avlayıp onları zincirlemesiyle birlikte dünya çapında büyük bir psikoza dönüşmüş ve modern çağda teknoloji vasıtasıyla da hastalıktan muaf tek bir insan kalmamıştır.
Binlerce binlerce yıl önce ortaya çıktığı söylenen bu hastalığın kökeni tam olarak ne olabilir?
Gnostisizmde geçen ve insan ruhlarını maddi dünyaya hapsederek onları İlahi Işık’tan uzaklaştıran Archonlar Hag Hammadi kütüphanesindeki yazıtlarda iki çeşit olarak sınıflandırılırlar. Birinci çeşit reptilyanlarken ikinci çeşit Archonlar insan embriyosuna benzer ve aşağıdaki sky fish fenomenini andırır.
https://en.wikipedia.org/wiki/Rod_(optical_phenomenon)
Wikipedia gök balığı olarak adlandırılan ve fotoğraflarda ortaya çıkan bu ipliksi kurtçukları “optiksel bir fenomen” olarak nitelendirirken bu yaratık görünümlü parazitik varlıkları dünya dışı yaşam formları, boyutlar arası varlıklar ve küçük uzay gemileri olarak nitelendirenlerin sayısı da az değildir.
İnsan gözüyle görülemeyen fakat kameralara takılan bu parazitler bizim bildiğimiz anlamda gerçek bir yaşam formu değildir. Daha çok civa ve silikondan olduğu düşünülen bu yaratıkların gerçek anlamda ruhları ve keza yaratma güçleri yoktur. İnsanları istediklerini gibi manipüle ve kontrol ederek dünya üzerinde hüküm sürmektedirler ve kendileri parazitik bir hastalık olduğu için dolaylı yaratımları da hastalıklıdır.
JOHN DEE, MAKROPLAR, SİLİKON, GÜNEŞ BATMAZ İMPARATORLUK VE ÜNİVERSİTELER
Başlığın üyeleri arasında hiçbir bağlantı görememeniz şaşırtıcı değil. Fakat özellikle spiritüel konularda tarot ve majisyenlik gibi dallarda yılların birikimine sahip Michael Tsarion’a göre John Dee belki de insanlığın şu andaki durumuna neden olan ve kötülüğün yayılmasını hızlandıran bir adam.
Peki kimdir John Dee? 15. Yüzyılda Tudor hanedanlığı döneminde Kral James ve Kraliçe Elisabeth I’in danışmanlığını yapmış olan bu kişinin aynı zamanda 007 imzasına sahip olması da enteresandır. Tudor hanedanlığının sonlarına doğru ortaya çıkan İngiltere Gizli Servisi MI5’ın başı olması da konuya başka bir önem katacaktır. Bu arada James Bond’un yazarı Ian Flemming’in de MI5’ın bir üyesi olduğunu hatırlatmakta fayda var.
John Dee bir çok başarılı bir okültistti, kutsal geometri alanında uzman bir astrologdu. Aynı zamanda Gül haçlılar cemiyetine üyeydi ve Michael Tsarion’a göre dünyadaki tüm başkentlerde bulunan gül bahçeleri esasen Tudor Gül’ünü simgelemektedir.
Michael Tsarion içinde bulunduğumuz duruma getiren süreci özetle şöyle açıklar:
Dünyanın çevresini saran bir bariyerin varlığını ve de dünyanın bir çeşit karantinada olduğunun farkına varıldığı dönemde John Dee bize varlığını gösterir. Teleskoplar ve ilkel uzay gemilerinin olduğu bir dönemde dünyadan uzaya çıkmak istemişler fakat başarılı olamamışlardır. Bu teknotratlar ciddi bir problemin olduğunu anlarlar, bu dünyada hapse tıkılmışlardır. İncil şöyle der; “Ve Tanrı canavarı çukura 1000 yıllığına zincirleyecektir.”
John Dee farklı bir yöntem denemenin gerekliliğine inanır. Orijinal illuminati üyeleri olan Kraliçe Elisabeth ve onun kuruluna başka boyuttaki zeki varlıklardan yardım almaları gerektiğini anlatır. John Dee’nin iletişime geçtiği varlıkları CS Lewis makroplar olarak adlandırmaktadır.
John Dee çok kuvvetli bir majisyen ve okültist olarak İngiltere’de 15. Yüzyılda bir portal açtı ve yüksek zekaya sahip makroplarla kontak kurdu.
Bu varlıklar onun isteğini bir şekilde kabul etti fakat John Dee’nin zihnine, enokyan majik yoluyla aktarılacak olan bilgilerin aktarılma süresi binlerce yıl sürecekti. Bu devasa sürece yardım etmek için tüm illüminati ve Black Nobility aileleri eşzamanlı olarak birlikte çalışmaya başladılar. Ünversiteler hızla yapılarak işlevsellik kazandı. Ve bu süreci bize Rönesans olarak sattılar
Daha sonra bu gelen bilgilerin çok fazla olduğu ve çalışmak için çok zor olduğu anlaşıldı aynı zamanda da tüm gezegenin maden kaynaklarına ihtiyaç duyulduğu ortaya çıktı. İşte bu yüzden 14. Ve 15. Yy İngiltere’nin uzuvlarını tüm dünyaya yönlendirdiği ve sömürmeye başladığı dönemdir. İngiltere İmparatorluğu doğar, borsa başlar, kültürel ve tarımsal gelişmeler yaşanır. Francis Bacon, Kopernik, Keppler ve Newton’un yeni bilimleri ortaya çıkar.
Makroplar tüm bu bilgileri bedavaya vermeyeceklerdi elbet. Karşılığında kan istediler, kurbanlar istediler. İşte bu yüzden bu tarihlerden sonra büyük dünya savaşları ortaya çıktı ve çok fazla sayıda insan topluca katledildi. Buna sömürülen ülkelerdeki yerli halka yapılanlar da eklenince makroplar için devasa bir kan nehri yaratılmış oldu.
Makropların John Dee’den başarmasını istedikleri ilk şey maddeden enerji elde etmesini öğrenmeleri oldu ki bu bile onlara göre 500 yıla yakın bir süre sürecekti daha sonra bunun tersini yani enerjiden maddeyi yapmayı öğrenmelerini istediler.
Ve öğrenmelerini ve yaratmalarını istediklerini en önemli element Silikondu.
Burada duruyoruz. Silikon mu? Michael Tsarion’un teorimini bir üst noktaya taşımamı sağlayan anahtar kelime Silikon oldu.
Wetiko hastalığına, kitlesel psikoza yol açan bu parasitlerin aslında John Dee’nin iletişim kurduğu makroplar olduğunu ve dünyayı tamamen ele geçirmek için silikona ihtiyaç duyduklarını yani bir nevi yapay bir zeka olduklarını düşünmeden edemiyorum.
Bu kurtçukların şu anda tüm dünyaya ve insanlara hükmetme arzusu çok daha inanılmaz boyuttadır, teknoloji onların elinin altındadır ve asla hiçbir şey insanların lehine değildir. Bu parazitler kendi istemleri doğrultusunda insan eliyle yaratılmış olan teknolojiyi bildiğimiz anlamdaki yaşamı yok edip yüzde yüz kontrollerinin olduğu yarı organik yarı silikon bir yaşama dönüştürmek için kendilerine benzettikleri insanlarla birlikte büyük bir savaş vermektedirler. Silikon sayesindedir ki dünyada görünür kılınacaklar ve sadece zihinsel değil bedensel olarak da bir varlıklarını güçlendirerek ve çoğaltarak bildiğimiz karbon bazlı yaşam formlarının sonunu getireceklerdir. Karbon ayak izi senin, benim ve herkesin, dünyadaki tüm canlılığın ayak izleridir. Onu ortadan kaldırmak bizi ortadan kaldırmak demektir.
Karbon bazlı yaşam formlarını dönüştürme işlevi çoktan başladı bile. Aşılarda olduğu söylenen graphene oxide ile ilgili olarak dünyanın dört köşesinden çeşitli bilgiler geliyor.
Bunlardan belki en fazla dikkatimi çeken otopsi sonucu yetişkinlerden alınan kan örneklerinde önce kan pıhtısı olduğu düşünülen ipliksi kurtçuk benzeri yapıların kompleks biyoyapılar olduğu ortaya çıkmış.
Gene bir araştırma sonucu mikrodalga radyasyonuna maruz kalan graphene oxide’in solucan benzeri yapılar meydana getirdiği görülmüş. Cep telefonlarından çok fazla mikrodalga radyasyona maruz kaldığımızı hatırlatmama izin verin.
https://www.researchgate.net/figure/Worm-like-graphene-obtained-after-microwave-irradiation-of-Expandable-Graphite_fig1_308861248
Peki graphene oxide ile silikon arasında bir bağ var mıdır? Bununla ilgili de bir çalışma buldum. Bu çalışmaya göre tek katlı olarak yayılmış Silikon kürelerinden solucan ve graphene benzeri yapılar elde ediliyor.
https://pubs.rsc.org/en/content/articlelanding/2016/ra/c5ra25880d
Tüm bunlar her ne kadar inanması güç olsa da bizi gerçeğe biraz daha yaklaştırıyor. Zihinlerimizde sefa süren ve onları tamamen ele geçiren ve bizi kullanarak dünyayı olumsuz bir şekilde dönüştürmeye çalışan parazitler John Dee’ye verilen direktifler neticesinde silikonun keşfiyle birlikte artık zihinlerimizdeki düşünce formları ve tüm dünyada bedenleriyle faaliyet gösterebilme aşamasına gelmişlerdir.
Biz bu savaşın tam ortasında zihinlerimizi ele geçiren pandemiyi bırakıp sade bedensel sadece temel ihtiyaç odaklı, sadece kendi çevresinde dönen, sadece kendi yaşamına önem veren ve Amerikan yerlilerinin adlandırdığı gibi dünyadaki tüm akrabalarımızın –tüm yaşam formlarının- sonlanmasına göz yumarak kendimizi çoktan uçurumdan aşağıya atmış olabiliriz.
Kitlesel olarak kandırıldık. Ele geçirildik.
Mutluluk ve haz peşinde koşarak acıyı uzaklaştırmak için elimize verilen en şeytani oyuncağı kullandık ve tüketim çılgınlığı denen bu iblisin bizi kıskançlık ve kibir, özgüvensizlik ve huzursuzluk, öfke ve haset gibi parazitik duyguların girdabında boğmasına izin verdik. Fakat acı belki de kendimizi ve dünyayı gerçek yüzüyle tanımamıza olanak verecek elimizdeki tek kozdu. Acıyı gömdük fakat o gömüldüğü yerden güçlenerek geri çıktı ve kollarıyla tüm dünyaya yayıldı.
Zihinlerimiz onların oyun alanıydı ve artık oyun alanlarını genişletecekler ve bunu bize olan ihtiyaçları tamamen bitene kadar kademeli olarak yapacaklar.
Lütfen kontrolünüzü geri alın. Tanrı yardımcımız olsun.
Sosyal Ağlar