Oturmuş düzenin en ufak bir
parçasına karşı gelebilmek için kırk fırın ekmek yemek dahi yetmez. Dışlanmayı,
çemberden atılmayı, yalnız bırakılmayı göze almanız gerekmekte. Böyle
kahramanlar yok artık; bir daha da kolay kolay gelmeyecekler; devir ekranların
önünde salya sümük ağlayan kurbanların yüceltilme devri ve görünüşte bu devirden en
çok nemalanan kesim kadınlar.
Tam da şu yıllarda kadınların
eline büyük bir koz geçmiş gibi görünmekte; elbette diğer her şey gibi bu da
verilen bir şey; hem de ne kadınları, ne de erkekleri zerre kadar düşünmeyen
elit tabaka tarafından. Bir taraftan kadın cinayetleri artarken, diğer taraftan
kadınların neo feminizmin eline geçiyor olması çok da şaşılacak bir şey gibi
görünmese de aslında perde arkasına şöyle bir baktığınızda bu olayların neden
olacağı asıl şeyin ‘modern dünyanın habis bir şekilde kadınlaştırılması’
durumunun nelere yol açacağını düşününce insanın ister istemez tüyleri diken
diken oluyor.
Kutsal annelerimiz tarafından el
bebek gül bebek yetiştirilmiş masum çocuklardık biz. Öylesine masum ve
korunmasızdık ki annelerimize sığındık. Lakin asıl durum şu ki herhangi bir kuruma ya
da bireye kutsal dediğiniz anda ta en baştan dokunulmazlık vermişsiniz
demektir. Tanrı kutsaldır; tanrı dokunulmazdır; sorgulanamaz fakat sorgulayabilir;
cezai müeyyidesi yoktur fakat ceza verebilir; kendisine sual sorulamaz ve
doğruyu bilen ve de öğretebilecek olan odur. Annelik kutsallaştırıldığında Tanrı için
geçerli olan ne kadar vasıf varsa onun üzerine yüklenmiş gibi olur; kelimeler
her şeydir hele ki ‘kutsal’ kelimesini duyduğunuz yerden kaçmanız aslında en
doğru hareket olacaktır kanımca. Şimdi düşününce kutsal annelerin kutsal
rahminden çıkan bizlerin de kutsal olmamız gerektiği izlenimini taşıyorum fakat
diğer taraftan ne derece yanıldığımı toplum beni kızgın yağa atarak
gösterecektir zaten. Bu önermeyi tanrılık katına taşıyacak kadar aptallaşmadım
elbet gene de düşününce neden olmasın?
Ortalama 25 yaşındaki bir kadına
baktığınızda henüz çocuk olduğunu, hayatı tam olarak öğrenememiş olduğunu, birçok
şeyde hatalarının olduğunu, düşünce sisteminin tam oturmuş olsa da dünya
halleri ile çelişebileceğini, olgunlaşması için kaderin çarklarında daha çok dönmesi
gerektiğini bilirsiniz. Öğreneceği çok şey vardır; en başta da olaylara
baktığı yöne göre olayların farklı gözlerle görülebileceği gerçeğidir. Fakat
bunun için bile iki tarafa karşı da empati duyabilmesi gerekir; bu dahi başlı
başına kaderin sillesini yemekten geçer. Tek doğrunun kendi bildiği olduğunu
sanan böylesi bir kadın çocuk doğurduğunda, eşsiz ve diğer hiç kimseye
benzemeyen bir bireyi dünyaya getirdiğinde ilk yapacağı şey o bireyin eşsiz
yönlerini törpülemek olacaktır. Pırıl pırıl parlayan ve tamamen başka bir bakış
açısı getiren o varlığı, kendisi gibi, kendi annesi, kendi anneannesi gibi tam
bir dörtgen yapana kadar da durmayacaktır. Bu korkunç ve kırılması gereken
döngünün kırılabilmesi için öncelikle hiçbir kadının sırf çocuk doğurduğu için
kutsal olmayacağı fikrinin aşılanması gerekirdi elbet. Fakat bu nafile bir
çabalama; bunu burada yapıyor olmam bile taşlanacağım anlamına gelebilir.
Ne kadınlar ne de erkekler
kutsaldır gözümde. Kutsal olması gereken birileri varsa da o da ancak çocuklar
olmalı. Çocuğunu yetiştirmek için çok şeyler çekmiş bir kadının yanında
yetiştirilebilmek adına kim bilir neler neler başına gelmiş, ne derece
travmatize edilmiş, sayısız kaygı ve endişe ile nasıl da feci şekilde
yoğrulmuş, zihni tartaklanmış, açılmadan sönmüş birçok ideanın tabutları
arasında tek başına ve sorgulayamadan, kendisini suçlayarak oturmuş zavallı bir
çocuk neye ağladığını bilmeden ağlamakta. Fakat o çocuk hep gözlerden kaçmış,
ne de olsa tüm gözler kutsal annenin üzerinde. Kutsal anne ağlamaklı, eşinden
dert yanıyor, parasızlıktan, çocuğuna bakabilmek için yaptığı fedakârlıklardan.
Kutsal anne konuştukça içimizde bu kurbana karşı büyük bir merhamet gelişiyor;
onu mahveden erkekten tiksiniyoruz; belki de annesine pek de iyi davranamayan
küskün çocuktan tiksiniyoruz ve de bu yaptığımız en büyük hata oluyor; kurbanı
kahramanlaştırmak. Tüm bunların neticesinde erkeksi kahramanlık fiili, zayıf ve
aciz bir kadının kollarında can verirken gitgide erkek kadınlaşıyor.
Kahraman kadınlar ve kahraman
erkekler neo feminizm tarafından bir güzel katledilirken medya bunu tekrar
tekrar önümüze kadınları yüceleştirmek için koyduğunu söyleyerek; kahramanların
ölmesine izin veriyor. Bir kadın başına ne gelmiş olursa olsun asla ve katiyen
bir kurban yaratmamalıdır kendinden. Kadınlık onuruna terstir bu; fakat
içimizdeki ve çevremizdeki erkekleri yavaş yavaş öldürerek ve onları efeminen
hale getirerek kendi onurumuzu zedelemekle kalmıyor, erkeklik onurunun üzerine
de bir galon benzin döküp yakmış oluyoruz.
Yetişkin olduğumuzda dahi
zihnimizde sürekli olarak seslerini duyduğumuz ve bizi sürekli uyaran, hata yaptığımızı
söyleyen, su bardağını kırdığımız için bağıran, kirli ellerimizle kanapelere
dokunduğumuz için azarlayan, garip bir yaratık olduğumuzu tekrar tekrar
yineleyen ve hatta ileri gidip ‘senin yüzünden bu kadar kötüyüz babanla’ gibi
cümleler sarf ederek sizi içten içe kemiren suçluluk duygusu ile baş başa
bırakan sevgili anneler sırf kutsal oldukları için sorgulanmayacaklarsa eğer, bu
katledilmiş çocukluklara yapılacak en büyük hakarettir ve buna kendi
çocuklukları da dahildir elbet. Eşsizliğiniz ve biricikliğiniz canavarca
öldürüldükten sonra sizde kalıp kalabilecek tek şey ağır bir ruhsal
bozukluktur.
Bir taraftan durum böyleyken, diğer taraftan erkekler karılarını, sevgililerini, kızlarını ya da yoldan
geçen herhangi bir kadını vahşice öldürebilmekte; kadın cinayetleri akla hayalae sığmaz bir şekilde artıyor. Bu erkekleri de bu anneler
yetiştiriyor elbet. Eğer ki medya birazcık güvenilir olsaydı ve kadınları
sömürme ve onları canavar erkeklerin kurbanı haline getirme görevini
üstlenmemiş olsaydı, şimdi bütün tartışma programlarında bu erkeklerin nasıl
bir çocukluk geçirdiklerinden ve annelerinin duygusal durumundan bahsediliyor
olurdu. İşte anca o zaman annelerin de doğruları ve yanlışlarıyla sadece birer
insan oldukları ortaya çıkardı böylece kutsallık anneliğe adanan bir terim
olarak kalmazdı. Oysaki erkekler gitgide barbar yaratıklar olarak gösterilmekte
ve kendilerinden utanan birçok iyi adam iktidarlarını kaybedip gitgide
efeminenleşmekte. Bu öylesine büyük bir olay ki asıl çürümenin tam olarak bu
olduğunu söylesem pek de yalan olmaz.
Uslarımızdaki arketipler bizi
hayatımız boyunca yönlendirerek, otantik yönlerimizi buduyor. Bu elbette sürüde
kalmak adına harika bir şey fakat benliğini bulamamış ve şehir-rahim
metaforlarında dünya kadar uyaranla aklını kaybetmiş bir sürü insan, aklı
başında olanın akıl sağlığını sorgulamaya başlayınca işler acayip ve daha da
karmaşık bir hal alıyor. İşte garip hem de pek garip olan bu. Süper ego benliği
alt ettiğinde elinizde size ait pek bir şey kalmamış demektir.
Kutsal annelik kavramının artık
sorgulanması elzemdir. Kahraman erkekler ve kadınlar hayatın ağır şartlarında
omuz omuza, yan yana savaşırken kurban kadın anlayışı hem kadınların hem de
erkeklerin kahramanlıklarını ve onurlarını elinden almaktadır. İnsanları ırk,
dil, din, bayrak üzerinden bölenler kanımca şimdi bölmede en tehlikeli aşamaya
gelmişler ve kadın ve erkeği birbirine düşman kılmaya çalışmaktadırlar.
Suçluluk duygusuna bulanmış erkekler erkekliklerini çıkarıp atmışlar ve geride
dar paça pantalonlar kalmıştır ve elbette dar paça pantolon bir metafordur ve
metaforları ve sembolleri kullanmasını çok iyi bilen elitler tarafından
hazırlanmış bir tuzaktır. Buna benzer çok tuzak var elbet ve tek yapılması
gereken dikkatlice bakmak. İnsanları sevmeyen ve aslında onlar üzerinden
beslenen parazitlerin gerçek anlamda insanların iyiliğini hiçbir zaman
istemeyecekleri açıktır. Metoo hareketinin tamamen kontrol altında olan
Hollywood’da başlamış olması bile başlı başına bir göstergedir.
Ne kadınlığınızdan ne de
erkekliğinizden utanın ne de kim olduğunuzdan. İçinizde arketipleri
susturmadığınız müddetçe hiçbir zaman kendi biricik egonuzla buluşamazsınız ve
susturabilme becerisi bu toplumsal yozlaşmanın tek tedavisidir.
0 yorum: