Tüm o bakımlı, güzel ve hatta lüks sayılabilecek evlerin arasında
en çok dikkatimi çeken boyaları yer ger dökülmüş; ahşap kepenkli, ayrık
otlarının bürüdüğü bahçesiyle, yıllanmış ve çatlak kolonlarının üzerinde zor
bela duran o iki katlı evdi. Begonyalar bakımsızlığa karşı ayakta dimdik duran
ve umarsızca, aldırmadan, üzülmeden, solmadan ve kurumadan büyümeye devam eden
yegâne bitkiydi belki de. Mor çiçekleri hafif rüzgârla oraya buraya sallanıyor;
"bakın bana, nasıl da hala ayaktayım" der gibi göğsünü gere gere
güneşleniyorlardı. Bahçenin hemen dışındaki kocaman palmiye ağacından başka
ağaç yoktu; ne zaman dikilmişti, kaç yıl olmuştu? Hangi umutlarla, geleceğe
dair hangi hayallerle sulanmıştı? Balkonda asılı duran dört beş tane kıyafet
çekti dikkatimi. Pazen bir etek, beyaz bir tişört, bir kaç çift çorap. Ne kadar
da az diye düşündüm içimden. Ne kadar da yalnız! Bir tişörtün yanında arkadaşı
olmamalı mıydı ya da bir etek yalnız başına mı sallanmalıydı çamaşır ipinde?
Salona bakmaya çalıştım. O esnada perde hafifçe aralandı. Böylece ilk defa gördüm onu. Çok şaşırmıştım ne de olsa yaşlı ve yalnız bir insanın yaşadığını düşünmüştüm burada. Oysaki camdan gördüğüm kadarıyla henüz yirmili yaşlarının başında, açık kahve saçlarına yer yer mavi çizgiler attırmış, gri ya da menekşe gözlü bir kadın duruyordu orada. Yüzü ifadesizdi fakat gözlerinde öylesine değişik, acayip bir bakış vardı ki felce uğramış gibi dikilip kaldım orada. Yaşadığım evle ilgili imgeler belirdi zihnimin içinde fakat o derece garip şeyler hissettim ki neredeyse gerçeklik duygumu kaybediyordum; sanki tüm hayatım uçuk kopuk bir hayalmiş gibi, gerçek değilmiş gibi, rüyayla, masalla karışık fakat çok tatlı, kırılgan; duyularıma ulaşır ulaşmaz neredeyse yok olan görüntüler, sesler, kokulardan ibaretmiş gibi. Keskin bir lavanta kokusu aldım ve gözümün önünde bir kaç imge belirdi; ahşap bir sandalye, yere düşmüş bir elma, yemyeşil bir çayır ve kıpkırmızı laleler. Süregeldiğim bu hayatım uzaklaşıyor gibiydi benden. Gözümü kapamışım birkaç saniyeliğine tekrar gözümü açtığımda beyaz bir odanın içinde buldum kendimi; yatıyordum ve neredeyse felçli gibi hareket etmeden öylece duruyordum. Çirkin bir kâbustan kurtulmak istercesine birkaç kez açıp kapattım gözlerimi ve mahallemdeydim yeniden. Derin bir nefes aldım.
Eve geri döndüm, gördüklerime bir anlam veremiyordum. Güneş batmak üzereydi ve bu huzurlu ortamı son kez görüyormuşum gibi kötücül bir his kapladı içimi.
Ertesi gün hala aklımdaydı dünkü gördüklerim ve oraya gitmem gerektiğini biliyordum; o kadını tekrardan görüp göremeyeceğimi bilmesem de. Garip bir şekilde bir tarafım merakla görmek isterken, diğer tarafım gitmemem gerektiğini fısıldıyordu bana. Kimdi o? Başka kimse görmüş müydü? Ne işi vardı burada? Düşünürken daha hızlı yürüyordum. Denizden gelen rüzgâr hızlanmış gibiydi, aşağıdaki denize baktım; inanılmaz bir pus basmıştı ortalığı ve neredeyse maviyi göremez olmuştum. Bu mevsimde pek beklenecek bir olay değildi aslında gene de umursamadım. Yol boyunca evler birer birer kepenklerini kapatıyorlardı. Şak, şak, şak, şak. Kepenkler yüzüme kapatılmış gibi her sesle irkiliyordum. Fırtına mı yaklaşıyordu? Bir anne hızlıca içeri aldı sokakta oynayan çocuklarını. Eve dönmeliydim, bütün bu insanların böyle davranmasının bir nedeni olmalıydı. Fakat zihnimi dinlemedi bacaklarım ve evin önüne kadar geldim. Sokak kapısı açıktı ve arkamda beliren hortumu fark edince içeri attım kendimi ve kapandı kapı ardımdan.
Koridor çok loştu. Evin içinin bu kadar geniş olabileceğini hiç düşünmemiştim. Yürüdükçe yürüyordum. Mum ışığı ile aydınlanıyordu büyük koridor. Dört beş tane kapalı kapı geçtikten sonra açık bir kapının önüne geldim. Burası oldukça büyük bir salondu ve birden fazla şamdan vardı duvara asılı; anlaşılan sadece mumla aydınlanıyordu salonun içi. Kocaman kırmızı koltuklar vardı içeride; daha önce hiç görmediğim tarzdaydılar. Ne yapacağımı bilemediğimden oturdum birinin üzerine. Gelecek miydi yanıma? Ya da hakikaten var mıydı? Gerçek miydi? Kafamdaki soruların cevabı çok beklemeden belirdi gözümün önünde. Dünkü gördüğüm kız karşımdaydı, fakat şimdi dikkatlice baktığımda bana ne kadar çok benzediğini fark ettim. Kalbim ağzımdan çıkacak gibi çarpmaya başladı. Nereden ve nasıl geldiğini fark etmemiştim bile. Avucunu sımsıkı tutmuş, kolunun birini bana uzatmış öylece dikiliyordu. Kalktım oturduğum yerden ve ağlamaklı ses tonuyla sordum:
Salona bakmaya çalıştım. O esnada perde hafifçe aralandı. Böylece ilk defa gördüm onu. Çok şaşırmıştım ne de olsa yaşlı ve yalnız bir insanın yaşadığını düşünmüştüm burada. Oysaki camdan gördüğüm kadarıyla henüz yirmili yaşlarının başında, açık kahve saçlarına yer yer mavi çizgiler attırmış, gri ya da menekşe gözlü bir kadın duruyordu orada. Yüzü ifadesizdi fakat gözlerinde öylesine değişik, acayip bir bakış vardı ki felce uğramış gibi dikilip kaldım orada. Yaşadığım evle ilgili imgeler belirdi zihnimin içinde fakat o derece garip şeyler hissettim ki neredeyse gerçeklik duygumu kaybediyordum; sanki tüm hayatım uçuk kopuk bir hayalmiş gibi, gerçek değilmiş gibi, rüyayla, masalla karışık fakat çok tatlı, kırılgan; duyularıma ulaşır ulaşmaz neredeyse yok olan görüntüler, sesler, kokulardan ibaretmiş gibi. Keskin bir lavanta kokusu aldım ve gözümün önünde bir kaç imge belirdi; ahşap bir sandalye, yere düşmüş bir elma, yemyeşil bir çayır ve kıpkırmızı laleler. Süregeldiğim bu hayatım uzaklaşıyor gibiydi benden. Gözümü kapamışım birkaç saniyeliğine tekrar gözümü açtığımda beyaz bir odanın içinde buldum kendimi; yatıyordum ve neredeyse felçli gibi hareket etmeden öylece duruyordum. Çirkin bir kâbustan kurtulmak istercesine birkaç kez açıp kapattım gözlerimi ve mahallemdeydim yeniden. Derin bir nefes aldım.
Eve geri döndüm, gördüklerime bir anlam veremiyordum. Güneş batmak üzereydi ve bu huzurlu ortamı son kez görüyormuşum gibi kötücül bir his kapladı içimi.
Ertesi gün hala aklımdaydı dünkü gördüklerim ve oraya gitmem gerektiğini biliyordum; o kadını tekrardan görüp göremeyeceğimi bilmesem de. Garip bir şekilde bir tarafım merakla görmek isterken, diğer tarafım gitmemem gerektiğini fısıldıyordu bana. Kimdi o? Başka kimse görmüş müydü? Ne işi vardı burada? Düşünürken daha hızlı yürüyordum. Denizden gelen rüzgâr hızlanmış gibiydi, aşağıdaki denize baktım; inanılmaz bir pus basmıştı ortalığı ve neredeyse maviyi göremez olmuştum. Bu mevsimde pek beklenecek bir olay değildi aslında gene de umursamadım. Yol boyunca evler birer birer kepenklerini kapatıyorlardı. Şak, şak, şak, şak. Kepenkler yüzüme kapatılmış gibi her sesle irkiliyordum. Fırtına mı yaklaşıyordu? Bir anne hızlıca içeri aldı sokakta oynayan çocuklarını. Eve dönmeliydim, bütün bu insanların böyle davranmasının bir nedeni olmalıydı. Fakat zihnimi dinlemedi bacaklarım ve evin önüne kadar geldim. Sokak kapısı açıktı ve arkamda beliren hortumu fark edince içeri attım kendimi ve kapandı kapı ardımdan.
Koridor çok loştu. Evin içinin bu kadar geniş olabileceğini hiç düşünmemiştim. Yürüdükçe yürüyordum. Mum ışığı ile aydınlanıyordu büyük koridor. Dört beş tane kapalı kapı geçtikten sonra açık bir kapının önüne geldim. Burası oldukça büyük bir salondu ve birden fazla şamdan vardı duvara asılı; anlaşılan sadece mumla aydınlanıyordu salonun içi. Kocaman kırmızı koltuklar vardı içeride; daha önce hiç görmediğim tarzdaydılar. Ne yapacağımı bilemediğimden oturdum birinin üzerine. Gelecek miydi yanıma? Ya da hakikaten var mıydı? Gerçek miydi? Kafamdaki soruların cevabı çok beklemeden belirdi gözümün önünde. Dünkü gördüğüm kız karşımdaydı, fakat şimdi dikkatlice baktığımda bana ne kadar çok benzediğini fark ettim. Kalbim ağzımdan çıkacak gibi çarpmaya başladı. Nereden ve nasıl geldiğini fark etmemiştim bile. Avucunu sımsıkı tutmuş, kolunun birini bana uzatmış öylece dikiliyordu. Kalktım oturduğum yerden ve ağlamaklı ses tonuyla sordum:
— Çok özür dilerim, ben şu korkunç fırtınadan
kaçmak zorunda kaldım. İnanın hırsız ya da ona benzer bir şey değilim. Ne yapacağımı
bilemedim sadece; açıktı kapı ve ben de pek düşünmeden girdim içeriye.
-—Açıklama yapmana gerek yok, çağrılmıştın çünkü.
—Kim çağırdı beni? Anlamıyorum.
—Bu anahtarı almalısın ve açtığın evreni sıkı sıkıya kapatmalısın. Bir ayağın burada, diğeri orada yaşayamazsın, bunu bilmelisin.
—Ben böyle bir şey yapmadım. Bu da nereden çıktı?
Bu esnada anahtarı çoktan koymuştu avucuma. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, bayılmışım. Kendimi dışarıda buldum; her şey eski haline dönmüş gibiydi. Güneş batmadan evvelki son ışıklarını gönderiyordu yere, çocuklar oynuyorlardı ve o garip havadan eser yoktu. Eve geri döndüm, anahtarı zihnimde ona uyan bir deliğe sokar sokmaz her şeyi yitireceğimi anladım; verandasında tahtadan sallanan sandalye bulunan o ahşap evin lalelerle dolu yeşil çimenlere açılan bahçe kapısından son kez çıkıyorum bugün; artık buraya ait olmadığımı söyledi menekşe gözlü acayip kadın. Bahçedeki elma ağacına son kez bakıyorum ve lavanta kokulu kıyafetlerimi çıkarıyorum üzerimden. Beyaz hastane kıyafeti üzerimde şimdi; neredeyse 3 aydır yatağın başında dikildiklerini fark etmediğim insanlara gülümsemişim ilk defa bugün. Annem ve babam gözyaşlarına boğulurken, sevdiğim yatağın yanına kıvrılmış saçlarımı okşuyor şimdi. Anlatamadım onlara kızıl laleli çimenlerin güzelliğini ve de içimdeki huzurun nasıl göğü masmavi kıldığını, geri dönmek istediğimi de söyleyemedim elbet. Kim bilir kaç zaman daha burada kalacağım ve kaç zaman didik didik edilecek ruhum? Fakat diğer taraftan kimsenin gülümseyerek beklemediği bir şeyi -kati sonu, ölümü- kollarım apaçık bekliyor olacağım. Bu dünya bir ceset bana ve ben belki de ilk defa yaşıyorum.
-—Açıklama yapmana gerek yok, çağrılmıştın çünkü.
—Kim çağırdı beni? Anlamıyorum.
—Bu anahtarı almalısın ve açtığın evreni sıkı sıkıya kapatmalısın. Bir ayağın burada, diğeri orada yaşayamazsın, bunu bilmelisin.
—Ben böyle bir şey yapmadım. Bu da nereden çıktı?
Bu esnada anahtarı çoktan koymuştu avucuma. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, bayılmışım. Kendimi dışarıda buldum; her şey eski haline dönmüş gibiydi. Güneş batmadan evvelki son ışıklarını gönderiyordu yere, çocuklar oynuyorlardı ve o garip havadan eser yoktu. Eve geri döndüm, anahtarı zihnimde ona uyan bir deliğe sokar sokmaz her şeyi yitireceğimi anladım; verandasında tahtadan sallanan sandalye bulunan o ahşap evin lalelerle dolu yeşil çimenlere açılan bahçe kapısından son kez çıkıyorum bugün; artık buraya ait olmadığımı söyledi menekşe gözlü acayip kadın. Bahçedeki elma ağacına son kez bakıyorum ve lavanta kokulu kıyafetlerimi çıkarıyorum üzerimden. Beyaz hastane kıyafeti üzerimde şimdi; neredeyse 3 aydır yatağın başında dikildiklerini fark etmediğim insanlara gülümsemişim ilk defa bugün. Annem ve babam gözyaşlarına boğulurken, sevdiğim yatağın yanına kıvrılmış saçlarımı okşuyor şimdi. Anlatamadım onlara kızıl laleli çimenlerin güzelliğini ve de içimdeki huzurun nasıl göğü masmavi kıldığını, geri dönmek istediğimi de söyleyemedim elbet. Kim bilir kaç zaman daha burada kalacağım ve kaç zaman didik didik edilecek ruhum? Fakat diğer taraftan kimsenin gülümseyerek beklemediği bir şeyi -kati sonu, ölümü- kollarım apaçık bekliyor olacağım. Bu dünya bir ceset bana ve ben belki de ilk defa yaşıyorum.
0 yorum: