09 Aralık
Yemyeşil boncuk gözlerinin çevresinde haleler var, mavi, sarı, kırmızı. Renkler birbirine karışıyor, algılayamıyorsunuz, baktığınız göz mü yoksa başka bir şey mi. Helix nebulası kadar dehşetengiz, içine girseniz kaybolursunuz ya da daha güzeli yok olursunuz benliğinizi bir gömlek gibi dışarda bırakarak. Hiç kimsenin gözleri bu kadar güzel olamaz diyorum içimden. Bana bakıyor şimdi, açılmış kocaman, gerçeği söylememi istiyor benden. Ben ki gerçeğin ucundan bucağından geçebilmiş değilim. Bir zavallıyım kendi çapımda, şimdi yeğenimin karşısında çırılçıplak hissediyorum. Maskelerim yok, nebula içine almış hepsini, yakmış baştan beri olmaması gerekenleri. Ben ben olarak kalmışım. Kendimle ne yapacağımı bilmezken bir de her şeyi bilirmişim gibi yapıp cevap vereceğim ha! Tanrı korusun aklımı.
Dışarı çıkarmıştım onu bugün öğle saatlerinde. Neredeyse yaz gelmiş hava sıcak. Biz merkezden uzakta oturuyoruz özellikle kışları oldukça tenha olan bir sitede. Onun yaşlarında pek çocuk da yok oynayabileceği. Ablam hiç bir haber vermeden gittiğinden beri yalnız bırakmamaya çalışıyoruz Güneş'i. Arabayla merkeze giderken çok sessizdi, hatta her zamankinden daha sessiz olduğunu söyleyebilirim. Deniz çok koyu parlak bir mavi, rüzgarsız bir gün. Yol boyunca denize dalmış gibiydi Güneş. Aklından neler geçtiğini kestirmek çok zor. Henüz dört yaşında bir kız fakat sanırım öyle değil, bilmem neden ama öyle bir şey var ki onda, hayatı tekrar tekrar sorgulamanıza neden olan, korkutucu, yüzünüze çarpan soğuk bir esinti gibi, sizi uyandıran.
Sahile park ettim arabayı, en sevdiğimiz cafeye girdik. Ben hemen acı bir kahve söyledim kendime, Güneş'e de en sevdiği meyveli milkshake. Hala durgun, ses etmiyorum ben de, kendisi istemezse ulaşabilmek ne mümkün.
Gözlerimi diktim mavilere, masalar dolu, garip bir şekilde insanların neşeli olduklarını fark ediyorum, kıskanıyorum. Varolmanın garip yükünden bir ben mi muzdaribim?
Ablam gideli iki sene kadar oluyor, Güneş o zamandan beri bizimle. Babası ablamın hamile olduğunu öğrenir öğrenmez pılını pırtısını toplamadan kaçtı evden. Pırlanta gibi diyordu babam onun için, annem de pek severdi kendisini. Ben ise fazla ukala ve bencil olduğunu düşünürdüm. Ama mutlu gibiydiler en azından dışarıdan. Sonradan öğrendik ki ablamla beraberken hayatında başka biriyle berabermiş, şimdi onunla evli. Ablam terkedilmekten sarsılmamış gibiydi, bebeğine çok düşkündü ve ne bileyim mutlu gibiydi. Bir sabah kalktık ve yoktu ablam, inanamadık, bildiğimiz, tahmin ettiğimiz her yeri aradık, sorduk, polise haber verdik, hiç bir sonuç alamadık. Yıkıldık fakat Güneş için ayakta kaldık. Güneş her şeyi biliyor, işin garibi hatırlıyor da, biz de kandırmadık onu, düpedüz anlattık, çocuktan bir şey saklamak mümkün değilmiş zaten.
Şimdi işte karşımda oturuyor, her şeyi hem kapsayan hem de her şeyin dışında kalabilen o masum gözlerle bana bakıyor ve soruyor bana:
-Neden varız?
Yutkunuyorum ne diyeceğim ki?İnsanlığın bana anlatadurduğu hiç bir hikayeye inanmıyorum ki ben. Gene de cevap veriyorum:
-Olması gereken olduğu için varız Güneş.
-Bu kadar yaşadın, senin için ne değişti E. teyze? Daha da yaşayacaksın, tıpkı hep aynı çimenin hayalini kuran inek gibi. Önüne geldiğinde ve sen onu bitirdiğinde, ufuk çizgisinde daha yeşil çimen olduğu sanrısına kapılıp, oraya ulaşmak için parçalayacaksın kendini. Ölü hücrelerini yolda bırakacaksın, ölü derilerinle beraber ve koşacaksın, hep koşacaksın o yeşil çayırlıklara.En son tüm hücrelerin yok olduğunda, işin komiği sen kendin çimen olacaksın Teyze. Sence de tüm bunlar şaka değil mi? Gerçeği bunun neresinde peki? Çimen olmadığı aşikar.
Dört yaşında çocuk, karşımda kocaman bir kadınmış gibi, hem de her şeyleri bilen ve de görenmiş gibi, kalakaldım. Elim mütemadiyen fincana gidip geldi, içinde kahve kalmamış olmasına rağmen ve hala bana bakıyor, Tanrım, baktıkça gözleri büyüyor, küçülüyorum ben. Dünyaya bundan dört yıl önce bir nebula doğmuş ve gerçekliğimiz değişmek üzere gibi. Ablam bunları biliyor muydu? Mikro evreninde zarar görmemek için mi terk etti Güneş'i; çok bariz olarak gerçekliğimizi kendi kendimize sorgulatmak adına doğmuş olanı.
Ben sordum ona:
-Neden varız Güneş?
Ve cevap verdi duraksamadan:
-Evrenin gözetleme kameraları olmak için.
Sustu, sustum. Düşündüm durdum ne demek istediğini, anlamadım hiç. Sandalyeden kalktı, deniz kenarına yürüdü minik adımlarla, bağdaş kurarak oturdu sahile. O oturunca rüzgar çıktı ve dalgalar çoğaldı sanki, minik ayaklarını ıslattılar. Koca bir yunus balığı geldi kıyıya, ağzıyla deniz kabuğunu fırlattı önüne. Bir rüya gibi gözümün önünde olanlar. Güneş eline aldı onu, kulağına götürdü, bir şeyler fısıldadı ve dalgalar durdu, rüzgar durdu. Ayağa kalktı, yanıma gelip elimi tuttu ve kulağıma fısıldadı:
- Hazır olduğunda gidebiliriz buradan, seni kabul edecekler.
Yürüdük sahil boyu. Hazırım galiba.
Esindaş
Yemyeşil boncuk gözlerinin çevresinde haleler var, mavi, sarı, kırmızı. Renkler birbirine karışıyor, algılayamıyorsunuz, baktığınız göz mü y...
Neden varız Güneş?
Yemyeşil boncuk gözlerinin çevresinde haleler var, mavi, sarı, kırmızı. Renkler birbirine karışıyor, algılayamıyorsunuz, baktığınız göz mü yoksa başka bir şey mi. Helix nebulası kadar dehşetengiz, içine girseniz kaybolursunuz ya da daha güzeli yok olursunuz benliğinizi bir gömlek gibi dışarda bırakarak. Hiç kimsenin gözleri bu kadar güzel olamaz diyorum içimden. Bana bakıyor şimdi, açılmış kocaman, gerçeği söylememi istiyor benden. Ben ki gerçeğin ucundan bucağından geçebilmiş değilim. Bir zavallıyım kendi çapımda, şimdi yeğenimin karşısında çırılçıplak hissediyorum. Maskelerim yok, nebula içine almış hepsini, yakmış baştan beri olmaması gerekenleri. Ben ben olarak kalmışım. Kendimle ne yapacağımı bilmezken bir de her şeyi bilirmişim gibi yapıp cevap vereceğim ha! Tanrı korusun aklımı.
Dışarı çıkarmıştım onu bugün öğle saatlerinde. Neredeyse yaz gelmiş hava sıcak. Biz merkezden uzakta oturuyoruz özellikle kışları oldukça tenha olan bir sitede. Onun yaşlarında pek çocuk da yok oynayabileceği. Ablam hiç bir haber vermeden gittiğinden beri yalnız bırakmamaya çalışıyoruz Güneş'i. Arabayla merkeze giderken çok sessizdi, hatta her zamankinden daha sessiz olduğunu söyleyebilirim. Deniz çok koyu parlak bir mavi, rüzgarsız bir gün. Yol boyunca denize dalmış gibiydi Güneş. Aklından neler geçtiğini kestirmek çok zor. Henüz dört yaşında bir kız fakat sanırım öyle değil, bilmem neden ama öyle bir şey var ki onda, hayatı tekrar tekrar sorgulamanıza neden olan, korkutucu, yüzünüze çarpan soğuk bir esinti gibi, sizi uyandıran.
Sahile park ettim arabayı, en sevdiğimiz cafeye girdik. Ben hemen acı bir kahve söyledim kendime, Güneş'e de en sevdiği meyveli milkshake. Hala durgun, ses etmiyorum ben de, kendisi istemezse ulaşabilmek ne mümkün.
Gözlerimi diktim mavilere, masalar dolu, garip bir şekilde insanların neşeli olduklarını fark ediyorum, kıskanıyorum. Varolmanın garip yükünden bir ben mi muzdaribim?
Ablam gideli iki sene kadar oluyor, Güneş o zamandan beri bizimle. Babası ablamın hamile olduğunu öğrenir öğrenmez pılını pırtısını toplamadan kaçtı evden. Pırlanta gibi diyordu babam onun için, annem de pek severdi kendisini. Ben ise fazla ukala ve bencil olduğunu düşünürdüm. Ama mutlu gibiydiler en azından dışarıdan. Sonradan öğrendik ki ablamla beraberken hayatında başka biriyle berabermiş, şimdi onunla evli. Ablam terkedilmekten sarsılmamış gibiydi, bebeğine çok düşkündü ve ne bileyim mutlu gibiydi. Bir sabah kalktık ve yoktu ablam, inanamadık, bildiğimiz, tahmin ettiğimiz her yeri aradık, sorduk, polise haber verdik, hiç bir sonuç alamadık. Yıkıldık fakat Güneş için ayakta kaldık. Güneş her şeyi biliyor, işin garibi hatırlıyor da, biz de kandırmadık onu, düpedüz anlattık, çocuktan bir şey saklamak mümkün değilmiş zaten.
Şimdi işte karşımda oturuyor, her şeyi hem kapsayan hem de her şeyin dışında kalabilen o masum gözlerle bana bakıyor ve soruyor bana:
-Neden varız?
Yutkunuyorum ne diyeceğim ki?İnsanlığın bana anlatadurduğu hiç bir hikayeye inanmıyorum ki ben. Gene de cevap veriyorum:
-Olması gereken olduğu için varız Güneş.
-Bu kadar yaşadın, senin için ne değişti E. teyze? Daha da yaşayacaksın, tıpkı hep aynı çimenin hayalini kuran inek gibi. Önüne geldiğinde ve sen onu bitirdiğinde, ufuk çizgisinde daha yeşil çimen olduğu sanrısına kapılıp, oraya ulaşmak için parçalayacaksın kendini. Ölü hücrelerini yolda bırakacaksın, ölü derilerinle beraber ve koşacaksın, hep koşacaksın o yeşil çayırlıklara.En son tüm hücrelerin yok olduğunda, işin komiği sen kendin çimen olacaksın Teyze. Sence de tüm bunlar şaka değil mi? Gerçeği bunun neresinde peki? Çimen olmadığı aşikar.
Dört yaşında çocuk, karşımda kocaman bir kadınmış gibi, hem de her şeyleri bilen ve de görenmiş gibi, kalakaldım. Elim mütemadiyen fincana gidip geldi, içinde kahve kalmamış olmasına rağmen ve hala bana bakıyor, Tanrım, baktıkça gözleri büyüyor, küçülüyorum ben. Dünyaya bundan dört yıl önce bir nebula doğmuş ve gerçekliğimiz değişmek üzere gibi. Ablam bunları biliyor muydu? Mikro evreninde zarar görmemek için mi terk etti Güneş'i; çok bariz olarak gerçekliğimizi kendi kendimize sorgulatmak adına doğmuş olanı.
Ben sordum ona:
-Neden varız Güneş?
Ve cevap verdi duraksamadan:
-Evrenin gözetleme kameraları olmak için.
Sustu, sustum. Düşündüm durdum ne demek istediğini, anlamadım hiç. Sandalyeden kalktı, deniz kenarına yürüdü minik adımlarla, bağdaş kurarak oturdu sahile. O oturunca rüzgar çıktı ve dalgalar çoğaldı sanki, minik ayaklarını ıslattılar. Koca bir yunus balığı geldi kıyıya, ağzıyla deniz kabuğunu fırlattı önüne. Bir rüya gibi gözümün önünde olanlar. Güneş eline aldı onu, kulağına götürdü, bir şeyler fısıldadı ve dalgalar durdu, rüzgar durdu. Ayağa kalktı, yanıma gelip elimi tuttu ve kulağıma fısıldadı:
- Hazır olduğunda gidebiliriz buradan, seni kabul edecekler.
Yürüdük sahil boyu. Hazırım galiba.
Esindaş
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum: