09 Aralık
"Beni kapkaranlık bir deliğe bırakıp gidiyorsun, bilinmezliğin içine, zamanın ve mekanın olmadığı bir yere. Tutunacak dal arıyorum el yordamıyla, ayaklarım tökezliyor yürümeye çalışırken, dengemi sağlayamayarak birkaç kez düşüyorum. Hala gelmiyorsun geri, uzaklarda bir yerlerde güneş hala parlıyor ve de kuşlar en neşeli türkülerini tutturmuş, iğde çiçeği kokuyor her yer mis gibi, hatırlar gibiyim bir zamanlar orada olduğumu, kokuları sesleri ve parlak günışığını.
Kalbimi kafesinden çıkarmış olmalısın, artık bir kalbim yok sanki. Kanım dolaşmıyor damarlarımda, kupkuru bir dal gibi ağacından koparılmış. Ne kadar uzağa fırlattın beni, aramızda sanki yüz milyar ışık yılı, bir daha hiç göremeyecekmişim gibi, yeşili maviyi, kırmızı laleyi, sapsarı papatyayı, yavru kedileri.
Bu karanlık yerden çok ötede ya da tam altında veyahut da tam üstünde doğumlar ve ölümler, kendi kuyruğunu yiyen bir yılan gibi, sinsice kıvrıla kıvrıla tam bir daireye dönen zaman ve sensiz kalmak. Kaçıncı döngüm bu bilmem ve kaç kere daha döneceğim.
Çıkmak istemiyorum, bir adım daha atamam sen el vermezsen. Tünelin ucundaki günışığı beni çağırmıyor yanına, kurtulamayacağım buradan."
Elim titreyerek okudum mektubu, masanın üzerine daha dün bahçeden kopardığımız pembe gülün yanına öylesine bırakıverilmiş hiçbir anlamı yokmuş gibi. Titrek kelimeler oynuyor gözlerimin önünde, düşmemek için kendimi koltuğa geri atıyorum. Dün gece tam burada oturuyorduk. Ne oldu ki? Ne yaptım ben? Sakinleşmeye çalıştım, mümkün değil, damarlarımda kan değil çaresizlik dolaşıyor. Hafızamı toparlamaya çalıştım; çok küçük bir tartışmaydı o, bu kadar basit miydi vazgeçmek, nasıl olur, nasıl olur? Kendi kendime konuşuyorum, ayakta dolanıyorum odada bir oraya bir buraya. Nereye gitmiş olabilirsin ve hiç anlamıyorum neden? Nasıl? Dışarıya çıkmalıyım sokak sokak dolaşmalıyım, her yere bakmalıyım. oralarda bir yerlerdesin, gitmiş olamazsın.
Ne yaptığımı bilmeden hızlıca giyindim, kendimi sokağa attım.
Güneş gitmiş, kuşlar gitmiş, sokak kedileri yok, kara kapkara, zifiri kara ve ben karanlığın ta kendisiymişim, güneşi ve ayı düşüren, başım dönüyor bu siyah boşlukta. Çok çok özür dilerim teker teker yıldızları topladığım için, gökyüzünü, yeryüzünü ve en çok da içini kararttığım için. Her şeyi yiyip bitiren kara boşluğum önce beni sonra evreni yedi, dipsiz kuyuya düşerken sen ve ben, korkunç bir sesle yıkılacak dünya, dağların içi pamuk gibi dağılacak, sular uzay boşluğuna yayılacak ve yok olsun tüm tohumlar, bizim doğduğumuz ve bizden doğacak ne varsa yok olsun.
Esindaş
"Beni kapkaranlık bir deliğe bırakıp gidiyorsun, bilinmezliğin içine, zamanın ve mekanın olmadığı bir yere. Tutunacak dal arıyorum el y...
Küsen Yıldızlar
"Beni kapkaranlık bir deliğe bırakıp gidiyorsun, bilinmezliğin içine, zamanın ve mekanın olmadığı bir yere. Tutunacak dal arıyorum el yordamıyla, ayaklarım tökezliyor yürümeye çalışırken, dengemi sağlayamayarak birkaç kez düşüyorum. Hala gelmiyorsun geri, uzaklarda bir yerlerde güneş hala parlıyor ve de kuşlar en neşeli türkülerini tutturmuş, iğde çiçeği kokuyor her yer mis gibi, hatırlar gibiyim bir zamanlar orada olduğumu, kokuları sesleri ve parlak günışığını.
Kalbimi kafesinden çıkarmış olmalısın, artık bir kalbim yok sanki. Kanım dolaşmıyor damarlarımda, kupkuru bir dal gibi ağacından koparılmış. Ne kadar uzağa fırlattın beni, aramızda sanki yüz milyar ışık yılı, bir daha hiç göremeyecekmişim gibi, yeşili maviyi, kırmızı laleyi, sapsarı papatyayı, yavru kedileri.
Bu karanlık yerden çok ötede ya da tam altında veyahut da tam üstünde doğumlar ve ölümler, kendi kuyruğunu yiyen bir yılan gibi, sinsice kıvrıla kıvrıla tam bir daireye dönen zaman ve sensiz kalmak. Kaçıncı döngüm bu bilmem ve kaç kere daha döneceğim.
Çıkmak istemiyorum, bir adım daha atamam sen el vermezsen. Tünelin ucundaki günışığı beni çağırmıyor yanına, kurtulamayacağım buradan."
Elim titreyerek okudum mektubu, masanın üzerine daha dün bahçeden kopardığımız pembe gülün yanına öylesine bırakıverilmiş hiçbir anlamı yokmuş gibi. Titrek kelimeler oynuyor gözlerimin önünde, düşmemek için kendimi koltuğa geri atıyorum. Dün gece tam burada oturuyorduk. Ne oldu ki? Ne yaptım ben? Sakinleşmeye çalıştım, mümkün değil, damarlarımda kan değil çaresizlik dolaşıyor. Hafızamı toparlamaya çalıştım; çok küçük bir tartışmaydı o, bu kadar basit miydi vazgeçmek, nasıl olur, nasıl olur? Kendi kendime konuşuyorum, ayakta dolanıyorum odada bir oraya bir buraya. Nereye gitmiş olabilirsin ve hiç anlamıyorum neden? Nasıl? Dışarıya çıkmalıyım sokak sokak dolaşmalıyım, her yere bakmalıyım. oralarda bir yerlerdesin, gitmiş olamazsın.
Ne yaptığımı bilmeden hızlıca giyindim, kendimi sokağa attım.
Güneş gitmiş, kuşlar gitmiş, sokak kedileri yok, kara kapkara, zifiri kara ve ben karanlığın ta kendisiymişim, güneşi ve ayı düşüren, başım dönüyor bu siyah boşlukta. Çok çok özür dilerim teker teker yıldızları topladığım için, gökyüzünü, yeryüzünü ve en çok da içini kararttığım için. Her şeyi yiyip bitiren kara boşluğum önce beni sonra evreni yedi, dipsiz kuyuya düşerken sen ve ben, korkunç bir sesle yıkılacak dünya, dağların içi pamuk gibi dağılacak, sular uzay boşluğuna yayılacak ve yok olsun tüm tohumlar, bizim doğduğumuz ve bizden doğacak ne varsa yok olsun.
Esindaş
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum: