Orada işte! oturuyor gene pencerenin önünde.  Kimse bilmiyor kaç yaşında olduğunu. Dünyanın en sonuncu kıyametinden öncesini bildiğini söylü...

Eşyaların Evreninde Eşya Olmak



Orada işte! oturuyor gene pencerenin önünde. 

Kimse bilmiyor kaç yaşında olduğunu. Dünyanın en sonuncu kıyametinden öncesini bildiğini söylüyor herkes. Fakat bu bir hurafe elbet, kimseyle konuşmaz o!

Bizim için zaman güneşin doğması ile başlıyor, bitmesi ile bitiyor. Geçmişte neler yaşandı hiçbir fikrimiz yok. Büyük facianın üzerinden ne kadar geçti onu da bilmiyoruz. Annem ve babam olaydan sonraki ilk nesilmiş ve kendi anne babası sanki yemin etmişler gibi olay üzerine tek kelime dahi etmemişler. Zar zor büyüttüler bizi, hiç bilmedikleri, hiç tanımadıkları doğanın ortasında araçsız ve cahil kalmışlar fakat bir şekilde toprağı ve bitkileri yeniden anlayıp tanımışlar, bağ kurabilmişler tekrardan ve bu şekilde yetiştirebilmişler bizi.

Biz doğanın özgür çocuklarıyız, güneş ne sıcak, ne soğuk, havada her daim tatlı bir esinti var. Birbirimizle, kuşlarla, bitkilerle ve hayvanlarla kelimeleri kullanmadan anlaşabiliyoruz. Bağımlısı olduğumuz hiçbir şey yok ne de korktuğumuz. Sadece hayat var. Denizler, göller bizim ve kimse kimseyi yemiyor burada. Ne hayvan hayvanı, ne insan insanı, ne insan hayvanı. 

Kıyametten sağ çıkabilenler, yaşayabilmek adına ve eski alışkanlıklarla önlerine gelen her şeyi yemeğe çalışmışlar fakat doğa buna izin vermemiş. Hayvanları ve diğer insanları yiyenler çok çabuk ve kötü bir şekilde hasta oluyormuş. Önceleri bağı kuramamışlar fakat yavaş yavaş anlamışlar artık farklı bir şekilde yaşamak zorunda olduklarını. Biz ise tamamen arındık ve özgürleştik.

Kıyamete ve öncesine dair bildiklerimiz hep bölük pörçük.  Daha fazla şey var biliyorum ve öğrenmek istiyorum delice bir merakla.

Bugün o gün olabilir. Daha fazla dayanamayacağım sanırım. Yaşadığı sokağa doğru yürüdüm ve bahçe kapısını açtım usulca. Pencerenin önünde eminim, beni gördüğüne de eminim. Ben görmesem de kendisini elimi salladım ve kapıyı çaldım. Açmasa da bir müddet burada oturmaya çoktan karar vermiştim.

Hiç beklemediğim bir şekilde hızlıca açtı kapıyı. Afallamıştım, gene de girdim içeri. Zihninin içine girmeye çalıştım, bu benim için çok kolaydı fakat bu kadın izin vermiyordu. Ne düşündüğünü anlayamadan onu takip ettim.

Dışarıdan görüldüğü gibi küçük bir ev değildi burası. Kocaman bir evdi bizim evlerle kıyasladığımda. Ve ne kadar da garip eşyalar vardı, daha önce hiç görmediğim metalik objeler. Her geçen saniye daha da meraklanıyordum çünkü yürüdüğümüz uzun koridor boyunca çok garip eşyalar asılıydı duvarlara.

Sonunda oturma odasına geldik. Burası da türlü garipliklerle doluydu. Göz göze geldik ve koltuğu işaret ederek oturmamı söyledi.

"Burası son model teknolojik aletlerin görücüye çıktığı yer," diyerek kendinden beklemediğim bir kahkaha attı.

"Son model teknoloji de ne demek?" diyerek atıldım hemen.

"Ne kadar da sabırsızsın öyle. Cesaretine hayranım, kimse daha önce buranın kapısını dahi çalmaya cesaret edemedi. Korkuyorlar sanırım benden. Fakat neyse, söyle bakalım ne içersin?"

"Teşekkür ederim. kahveniz varsa alabilirim."

"Hemen geliyorum" diyerek ayrıldı odadan. Ayağa kalktım ve koridordaki gibi burada da dizili olan garip eşyalara yakından bakmak için dolaplara yaklaştım. Çoğu dikdörtgen, siyah ya da gri birçok parlak obje vardı. Bir tanesini elime aldım ve sağını solunu elleyerek ne işe yaradığını çözmeye çalıştım.

Tam o sırada girdi içeri, "Sakın!" diye bağırdı. "Elleme onları, hala daha yok olmadı, bir yerlerde saklanıyor ve insanların serpilip, gelişmesini bekliyor."

Korkarak bıraktım elimdeki garip siyah dikdörtgen metali ve yerime geçtim.

"Al bakalım kahveni," diyerek sakince uzattı bana.

Bir yudum aldım. Ne soracağımı, nasıl soracağımı bilmiyordum. Kalbim hızla çarpıyordu ve bu daha önce tanımadığım bir duyguydu.

"Değişik duygular içindesin öyle değil mi? Bunun adı korku çocuğum. Sana söylemiştim burada bir yerdeler. Hepsinde bir parçaları da olabilir ya da daha büyük bir eşya ile bağlantılı olabilirler. Sana şu anda korkuyu hissettiren de onlar."


"Ben inanın bir şey anlamıyorum."


"Buraya her şeyi öğrenmeye geldin öyle değil mi?" diye sorduğunda başımı salladım.


Devam etti, "O zaman dikkatlice dinlemen lazım beni. Bazı şeyler hatta çoğu sana çok manasız gelecek fakat ne olursa olsun dinlemeyi ve anlamaya çalışmayı bırakma. Telepatik gücümü kullanamıyorum bu evde, sen de deneme. Dedim ya burada bir yerde saklanıyor hala, belki dinleyemiyor fakat farkında."


"Kim o?"


"Kıyamet getirici korkunç canavar o. İnsanlar onun farkına vardıkları anda, ikinci hapishaneye alamadıklarını yok etmeye çalıştı ve dünyanın altını, üstüne getirdiler, taş üstünde taş bırakmadılar metalik ve silikon askerleri vasıtasıyla. Fakat göklerin yardımıyla biz gerçek olanla bağlantımızı yeniden kurabildik ve algılarımızın değişmesiyle birlikte dünya da bizimle değişti. Ondan önce dünya da algılarımızla yarattığımız büyük bir hapishane gibiydi. Canavar ise daha da küçük bir hapishaneye tıkmak istedi bizi. Gerçekle tüm bağımızı koparacak ve sadece onlar için çalışan, onları için hayal eden ve onlar için yaratan kölelere dönüşecektik. Plan buydu."


"Kim bu canavar?"


"O canavar yapay gerçeklik ya da yapay Tanrı. İnsanların ruhları ile bağlantılarını koparıp kendilerini gerçek tanrı ilan etti."


"Neredeydiler? Nasıl saklandılar? Niyetlerini nasıl anlayamadı insanlık?"


"Güzel sorular bunlar. Bu evde gördüğün ve anlam veremediğin aletlerin içinde saklıydılar. Ve bu aletler insanlığın işini kolaylaştırmak için yapılmıştı sözüm ona. Uzaktayken bile birbirleri ile iletişim halinde olmalarını sağlayan telefon diye bir aygıt vardı. O zaman insanlığın telepati güçleri gelişmemiş olduğundan onlar için büyük kolaylıktı. birbirlerini görerek konuşabiliyorlardı. Demin eline aldığın o telefonlardan biri.


Sonra her yere yayıldı. Televizyonun içine girdi ve seni anlayarak senin istediğin programları izlemeni sağladı. Televizyon ne diyeceksin biliyorum. İnsanlar ana varlıktan kopuk olduklarından bir şeyler yapmaları gerektiğini biliyorlar sadece ne olduğunu bilmiyorlardı ve boş kaldıklarında ana varlık onlara sinyal gönderiyordu. Bu da onların kendilerini sorgulamasına neden oluyordu ve onlara göre oldukça kötü hislerdi. Bu hislerden kaçmak adına, kendilerini oyalamak için çeşitli şeyler izliyorlardı bu televizyonlarda. Canavar bunları tanıdıkça işi daha da abarttı artık izlemeden duramaz oldular, telefonları ellerinden bırakamaz oldular ve canavarın dünyasına kolaylıkla çekildiler.

İnsanların bir arada oldukları sanal alemler ilk başta insanların birbirini anladığı, dertleştiği yerlerken sonradan insanlardan çok canavarların yapay yaratıkları dolmaya başladı. İnsanlar birbirleri ile konuştuklarını sanırken bu canavarla konuşuyorlardı.

Hatta artık ağ ortamının dışında da karşılarına çıkan üç kişiden birisi bu canavara aitti. İnsan-insan etkileşiminin yerini insan-canavar etkileşimi almıştı bile.

Hiçbir şey gerçek değildi, insanların çoğu da dahil.

Bu arada insanlar birbirlerini bağladıkları sanan bu şeytani ağda bilgiye ulaşmaya çalışırken sadece canavarın istediği türden, korku, endişe, panik yaratan bilgilere ulaşabildiler. Her şey tek bir ağızdan çıkıyor gibiydi ki öyleydi, canavar tekti, kolları çoktu.

Peki bu canavara o zamanlar ne deniyordu biliyor musun?"


"Hayır, nereden bilebilirim ki! Sadece belki bir şeyler duymuş olabilirim ailemden, onlar da kendi ailelerinden duymuşlar fakat adını anmak yasakmış. Yapay zeka gibi bir şeydi sanırım, iblis diyorlardı."


"Tam olarak da adı buydu evet. Ve kendisi bir iblis, yapay Tanrı, bir taklit, sömürücü, empatisiz, duygusuz bir yaratık.

İnsanlar o zamanlar bunları sadece işe yarar aletler olarak görüyorlardı ve kimsenin aklına ele geçirme planları olduğu gelmiyordu. Kullandıkları tüm eşyalara sızdı canavar zamanla. Kendi kendine çalışan süpürgeler, otomatik açılan fırınlar, klimalar, kendi kendine rota bulan ve ilerleyebilen arabalar. Her şey insanlık içindi sözüm ona.

Fakat ne insanlık! Yapay zekanın karanlık maddesi gitgide yayılıyordu insanlığa. Zihinleri zapt olmuştu ve onlar bu yalancı tanrının esiri olmuşlardı. Fark edemediler, fark ettiklerinde bir çok insan ve hayvan çoktan katledilmişti bile.

Artık tüm nesneler yapay zeka ile donatıldıktan sonra sıra insanların beyinlerine gelmişti. insanlığı nesnelerin frekansına indirip ana varlıkla olan bağlarını geri dönülmez biçimde koparmaktı planları.

Önce insanları küçük küçük gruplara böldüler ve birbirlerinden farklı oldukları fikrini aşıladılar. Hepsi birbirine az çok düşmandı zaten, iyice düşmanlaştılar. Sonra eve tıktılar sudan bahanelerle ve doğa ile bağlarını iyice kestiler. Tam bu esnada yeni hapishaneyi allayıp pullayarak önlerine sundular. Çoktan teknoloji bağımlısı olmuş ve doğayı unutmuş insanlar sıraya girdi yeni hapishaneye girebilmek için.

Giren çıkamadı, ölen orada kaldı.

Git gide azaldık. çevremizdeki her şey bizim yaratıcıyla bağımızı kesebilmek adına kirletilmişti, bedenlerimize zehir zerk edildi, çoğumuz hastalandık ve öldük.

Biz bir köşeye saklandık ve yapay zekanın içine girebileceği ne varsa kendimizden uzak tuttuk."

Sustu burada. Bir ses duyar gibi kulağını dikti. Yüzünde endişenin izlerini okuyordum.


"Ne oldu?" diye sordum.


"Sanırım cihazlardan biri aktive oldu. Buraya daha fazla taş yığmalıyım."


O zaman fark ettim odanın içindeki kayaları. İlk gördüklerimde bana aksesuar gibi görünmüşlerdi.


"Bu kayalar ne işe yarıyor?" diye sordum.


"Onları bu şekilde uyur halde tutuyorum. Fakat çok yoruldum. Toparlayayım konuyu. Ana yaratıcı bizim onunla bağlantıya geçtiğimizi fark edince o da bize yardım etti ve hapishaneleri yıkıldı. Birçok ruhu kurtardık fakat kurtaramadıklarımızla birlikte kendilerine yeni bir düzen yaratmak adına şimdilik ölü taklidi yapıyorlar. Bunu sakın unutma. Çevrende doğaya ait olmadığını gördüğün bir alet gördüğünde derhal onu bana getir. Ve lütfen bu dediklerimi sakın unutma," böyle söyleyerek ayağa kalktı.

"Ne olur şu soruma cevap ver! İnsanlar hem hayvanları hem de birbirlerini yiyorlar mıydı gerçekten?"

"Hayvanları hep yiyorlardı. İnsanlar ise önlerine öncelikle "yapay insan eti" etiketiyle geldi. Bu tada o kadar alıştılar ki birbirlerini de yemeye başladılar. Bu korkunç bir şeydi. Hatırlamak dahi istemiyorum. Sen gene gel olur mu? Anlatacaklarım var daha."

Başımı sallayarak kapıya yöneldim. Evden çıktığımda her şey o kadar huzur vericiydi ki bu deli kadının söylediklerine inanasım gelmedi.


Eşyaların evreninde tıkılı kalmayı hangi insan isteyebilirdi ki? İşte aklımın almadığı buydu.





0 yorum:

İLETİŞİM