Gördüğün en hüzünlü kadın olabilirdi. Gözlerine bakmanız imkansızdı. Öylesine derin bir acı herkesi boğabilirdi daldığınızda o maviliklere...

Kule Yıkılmak Üzere

 


Gördüğün en hüzünlü kadın olabilirdi. Gözlerine bakmanız imkansızdı. Öylesine derin bir acı herkesi boğabilirdi daldığınızda o maviliklere.

Öyle bilmezdim kendisini, öyle tanımazdım. Bildiğim en  vurdumduymaz, en deli dolu, en neşeli kadınlardan biriydi o. Yakın arkadaş hiçbir zaman olamadık. Zaten bilmem ki hiç yakın arkadaşı var mıydı? Böylesi dışa dönük görünen birinin içinde böylesine yalnız olabilmesi ve hatta belki de sevmesi o yalnızlığı pek de alışılagelmiş bir şey değildi. 
Fakat işte her şey değişir ve kader birbirine sadece selam verebilmiş bu iki kadını böylesi bir mekanda bir araya getirir.

Bu mekan benim kaçışımdı. İki çocuğumdan ve kocamdan fırsat bulduğumda kafamı dinlemeye gelirdim hep buraya. Yıllar önce aldığımız, dağın başında sayılabilecek küçük bir bahçeydi burası. Zamanla güzelleştirdik. Ahşap bir ev koyduk bir köşesine, meyve ağaçları diktik bahçesine, suyumuzu çıkardık kuyudan ve ailecek hafta sonlarını geçirdiğimiz bir yer haline geldi.

Çocuklar büyüdü ve pek bir sıkıcı bulmaya başladılar buraları. Bizim gibi birkaç aile daha vardı ve onlar da çocukların pek akranı sayılmazdı. Kocam ise....

Biliyorsunuz ya da tahmin edersiniz işte. İçine gömülüp, sessizleşti iyice. 
Dedim ya her şey değişir. En büyük aşklar eskir, bitmez dedikleriniz biter, olmaz dedikleriniz olur.
Fakat biz başkalarının gözünde hala mutlu bir çiftiz tıpkı diğer tüm mutsuz-mutlu çiftler gibi.

Ve işte şimdilerde buralara ben tek başıma geliyorum.

Bir gün gene çıktım yola, kahvemi doldurdum termosa. Arabayı park ettiğimde yan bahçenin yenilenmiş olduğunu gördüm. Satılmış mıydı? Yeni sahibi kimdi?

Pek de meraklı görünmemek adına kendi bahçeme girdim. Bulutlu ve serin bir havaydı ve böylesi havalarda nedense kendimi daha iyi hissederdim. Güneş beni sevmedi hiç ya da ben alışamadım ona. Bilmem artık hangi güneşsiz dünyadan düştüysem buralara...

Yan tarafa bir bakış fırlattım. Göz göze geldik o an. Tanıdıktı siması. Gülümsedi, gülümsedim. O an hatırladım onu eski işyerimden. O da hatırlamış olmalıydı, tanıyor gibi bakıyordu. Çitlere yaklaştık,

"Merhaba Sevim. Nereden nereye değil mi?", diye seslendi.

"İnanamadım gözlerime. Senin buralarda ne işin var Zeynep?"

"Erken emeklilik diyelim. Burayı da yeni aldım çok iyi bir fiyata. Şimdilik gidip geleceğim ama gün gelir belki kalıcı yaşarım kim bilir?"

"Fakat hafta sonları dışında pek kimseler yaşamaz burada. Yapamazsın."

Derin bir iç çekerek cevap verdi "İnsanların arasında da yapamıyorum Sevim."

Böylesine bir açıklık beklemiyordum ondan. Sessizklik çöktü aramızda. Sessizliği ilk bozan ben oldum ve bahçeme davet ettim.

"Geliyorum hemen" diye seslendi. Beş dakika içinde sandalyelerimizi ve masamızı almış ahşap evin önüne oturmuştuk.

Karşılaştğımızdan beri ilk defa göz göze geldik. O an boğuluyorum sandım. Keder miydi o nemli mavi gözlerin kenarında asılı duran? Vurdumduymazlık mıydı? Neydi o ıslak karartı? Neyin gölgesi vurmuştu gözlerine? Hangi yaşanmışlığın karası çalınmıştı maviliklere?

Gözümü indirdim derhal, ürperdim ve konuşamadım. Fakat o konuşacaktı belli. O konuşacaktı ve susacaktım ben.

"Nasıl olduğumu soracaksın birazdan ve geleneği bozmayıp "iyiyim" diyeceğim. Ve sana geri soracağım sen de "iyiyim" diyeceksin. Ne denir ki başka. Ama bu sefer farklı olsun. Bu mekan, bu ağaçlar ve ıssız ve loş bahçe içimi dışıma çıkaracak belli. Ee sen sormadan söyleyeyim ben. İyi değilim Sevim. İyi değilim hiç. Ne arıyordum da bulamadım bilmiyorum. Nedir bu ruhumun ortasındaki kapkara derin çukur onu da bilmiyorum. Kolay yolu seçip çevremdeki diğerleri gibi reçeteli ilaçlarla halüsinasyon görüp çukurun kıyısında oturup kendimi deniz kıyısında oturuyor sanabilirdim. Kolay yol olurdu. Evlenseydim daha mı iyi olurdu her şey? Çocuklarım olsaydı daha mı iyi olurdu? Çok düşündüm bunu. Fakat sonra çevremdekilere bakınca, tüm o koşuşturmalarının, eğlencelerinin, kalabalıklarının, partilerinin ve toplantılarının tek bir amacı var "kendilerinden kaçabildikleri kadar kaçmak." Ah ruhun karanlık gecesi onlara vurmayacak hiç. Çünkü durmuyorlar hiç."

Sustu burada, kahve koydum fincanlara, yanımda getirdiğim kruvasanları da yerleştirdim masaya. O konuştukça kendimi buluyordum. Ben ki tüm o koşuşturmaların arasında iki saniye kendime baş başa kalmaya tahammül edemiyordum. Burada bile eğer Zeynep'le karşılaşmamış olsaydım kendimi bahçe işlerine verir, oraya buraya birkaç çiçek ekerdim. Durursam deliririm, biliyorum.

Sigara yaktı ve devam etti konuşmaya.

"Önceden daha da acayiptim. Uzaktan gördüğüm her evin benimkinden daha iyi, her insanın benden daha mutlu, her dolabın benimkinden daha dolu, her ailenin benimkinden daha sevgi dolu, herkesin benden daha başarılı, herkesin benden daha huzurlu olduğuna inanırdım hep. Fakat yaş aldıkça gördüm ki kimsenin yok birbirinden farkı. Sadece bir araya geldiğimizde "her şey yolundaymış, güllük gülistanlıkmış gibi" davranır olmuşuz. Bu bir nevi sessiz bir katil gibi içimizi kemiren bir hastalık haline bile gelmiş. "Maske hastalığı" adını koydum ben buna.

Ah o kırılgan bedenlerin dışa gösterdiği devasa yalanlar. Çürümekte olan ruhların üzerlerine giyindikleri o yaldızlı cübbe. Ah o ışığı solmuş ruhun göstermelik cafcaflı kıyafeti ve ışıltılı süsleri.
Ah biz neyiz ki? Kimiz ki biz?

Ben ruhumun bitmeyen karanlık gecesine gömüldüm de siz yaldızlarınızın koruyacağını mı sandınız?
Bakınız yıkılıyor kule ve binlerce insan altında kalacak belli.

Kulenin en tepesindeki oraya çıkmak için kaç insanı ezdi, bedenden merdivenleri nasıl da acımasızca tırmandı!
Altında kalacağız hepimiz, tek bir insanın günahı tüm insanlığın boynuna.

Kuyunun dibinde bir avuç ışık gördüm Sevim. Öylesine cılız ki mum daha parlaktır ondan. Bazen sönüveriyor, harlanıyor bazen. Sönmeye yüz tutunca hatırlatıyorum kendime Tanrının gözlerinden biri olduğumu. Ve gözlerin ruhun penceresi olduğunu söylüyorum laf dinlemez zihnime. Tanrının gözleriyiz biz ve bu sayede her şeyi biliyor o."

Sustu bir sigara daha yaktı. Usulca sordum fısıldar gibi "Peki neden gözlerin bu derece kederli bakıyor Zeynep?"

Uzun süre sessiz kaldı, cevabı yoktu sanırım. 
Sonra konuştu birden, "Kapana kısıldık çünkü Tanrının izni olmadan ve Ruhumuz biz çekildikçe ayaklarımızdan daha da uzaklaşıyor bizden. Çünkü hiçbir şeyin önemi yok Ruhumuzdan başka. Fakat biz ve ben dahilim elbette- ruhun gözlerini el birliği ile toprağa verdik ve o çorak topraktan ot bile bitmez. Ve ben görüyorum izinsizlerin kulesinin yıkılmak üzere olduğunu. Ya en altta kalanlar olarak gömüleceğiz karanlığa ve belki de sonsuza değin kalacağız orada ölü ruhlarla ya da o cılız ışığın pervanesi olup çıkacağız göklere. Kimilerimiz gerçekten yaşayacak, kimilerimiz ise gerçekten ölecek."

Hiçbir şey anlamamıştım dediklerinden. Evet mutsuzdum orası doğru ve evet numara yapıyordum aileme ve de çevreme orası da doğru. Fakat ya gerisi de neydi öyle? Ölümsüz değil miydik biz? Kimilerimiz kurtarılamayacak mı? Kararmıştı içim. Ben hangi kategorideydim? Peki ya Zeynep?

Zeynep kalkmıştı yerinden. 

"Hadi sen işlerine bak" diye seslendi giderken ve ekledi "Kahve ve kruvasanlar için çok teşekkürler. Ve sakın unutma kule yıkılmak üzere."

Arkasından bakakaldım öylece.




0 yorum:

İLETİŞİM