Müzik içsel huzurun değil içsel huzursuzluğun dışa vurumudur. Hatta içsel huzursuzluktan nemalanmayan hiçbir sanat dalı yok gibidir. Burada farkı yaratan asıl etken müzisyenin bunu yansıtmadaki kabiliyetidir. Samimi bir şekilde içini açan ve kendini müziğin dilinde anlatmaya çabalayan bir müzisyenin müziği eninde sonunda birilerinin bam teline dokunacaktır.
Sokrates, hayatı boyunca içinde kendini sürekli şiire ve müziğe yönlendiren sesler olduğunu söyler Platon'un Sokratik yazıtlarında.
Asıl sorun ise içsel huzursuzluğun kaynağının ne olduğudur. İnsanların birbirlerini etkilemeye çalışması ve kendi zihninin ürünlerini kendinden ötekilere ulaştırma çabası esasen neyin göstergesidir?
Kendi içine itelenmiş kozmik bir ruhun geldiği yerle olan iletişimi koptuğundan beri insan, dışında bir yerlerle bağ kurmaya çalışmaktadır. Zihnine dolan binlerce sorunun cevabını alamayışını ve nasıl kendi içine döndürüldüğünün açıklamasını ister diğerlerinden. Cevap diğerlerinden gelmez. Cevabı verebilecek olanlar ve bizler arasında binlerce ışık yolu mesafe vardır. Biz anca ulaşabildiğimiz mesafelere, kilometrelere, metrelere duyurabiliriz sesimizi ve öğrenme, bilme ve soru sorma tutkumuz ne kadar yüksekse o kadar çok duyulur sesimiz.
Fakat sesimiz, müziğiniz duyulmasa dahi, çoğu zaman sanatın en temel görevinin sanatçının iç dünyasına ışık tutmak olduğunu akılda tutmak şarttır. Zihnin kuytuda kalmış ne kadar köşesi varsa sanatçının içe dönük gözleriyle aydınlatılması ve huzursuzluğun tek ve yegane kaynağının aranması -bulunamasa dahi- elzemdir ve kendini tanımanın ilk adımıdır; bizlerden fersah fersah uzaktakiler böyle böyle yaklaşacaktır bize.
Sokrates'in zihnine dolan ve kendisini şiir yazmaya ve müzik yapmaya itekleyen düşüncelerin ana kaynağı da budur ki Sokrates kendini bilmenin bu hayattaki en mühim hadise olduğunu defalarca anlatmaya çalışmıştır.
Müzik dolayısıyla hem diğerleri hem de müzisyenin kendisi içindir. Bilinç yüzeyinde her ne kadar müzik notaları kelimelere dökülemese de ötedekiler sessizliklerini bir göz kırpmasıyla olsa dahi bozacaklardır.
Ötedekiler Tanrıdır. Ulaşmak istediğimiz yegane yer onun yanıdır; göksel kürelerdir, yıldızlardır. Huzursuzluk ve arayış neyin arandığı bilinmese dahi her zaman göklere yöneliktir. Biz göklerin çocuklarıyız ve fakat burada yetimiz ve de öksüzüz. Ağlıyoruz, soruyoruz, feryat figan ediyoruz, birbirimize sarılıyoruz, birbirimizi seviyoruz, birbirimizi yerip birbirimizi övüyoruz; hem nefret ediyor hem birbirimizden ayrılamıyoruz. Ne olsa biz korku dolu bir lunaparkın ortasına atıldık ve nasıl geri döneceğimizi bilmiyoruz.
Ezoterik bilgiler ayaklar altında ve dönüştürülmüş, çarptırılmış, doğru yanlış birbirine dolanmış ve biz hep aynı soruyla zamanın ipinde raks ediyoruz.
Huzursuzuz çünkü ip ince ve biz ayağımızı her attığımızda düşüp düşmeyeceğimizi dahi bilmeden ilerliyoruz adım adım. Huzursuzuz çünkü düştüğümüzde nereye düşeceğimizi bilmiyoruz ve soruyoruz; neden? Neden buradayız? Bilmeden ne kötülük ettik? Ve biz kimiz? Siz kimsiniz? Hangi yoldan ilerlersek doğru yolda olmuş olacağız? Sağ, sol, orta?
Huzursuzuz çünkü sevdiklerimiz birer birer düşüyor.
Ve biz sanatla farkında olmadan bu soruları hem sorup hem de sezgisel olarak alabiliyoruz cevapları. Bilsek de bilmesek de, o an bunun farkında olsak da olmasak da bağımızı geri kuruyoruz.
Ve müzik ve sanatın diğer dalları böylece kitlelerden çok sanatçının kendisi için daha da bir önem kazanıyor.
Huzursuzluk bir an için diniyor.
Ve sonra yeniden...
0 yorum: