Gerçekten özgürlük Bizim Neyimize? Özgür olmanın ne demek olduğunu tam olarak kavrayamadan özgürlük üzerine konuşmanın abese iştigal olduğu...

Özgürlük Bizim Neyimize? Kısım 1: Nedir bu özgürlük?





 Gerçekten özgürlük Bizim Neyimize?


Özgür olmanın ne demek olduğunu tam olarak kavrayamadan özgürlük üzerine konuşmanın abese iştigal olduğunu düşünmekteyim.

Bedensel aktivitelerin kısıtlanmadığı, karnını rahatça doyurabildiğin bir ortamın manası esasen bedenin asıl ve ilk ihtiyaçlarının görülmesi anlamından başka bir şey ifade etmemektedir.

Bedenin özgür olması ile zihnin özgür olması aynı şey olmamasına rağmen bedenin özgür olmasının zihnin serbestliği için ön şart olduğunu belirtmekte fayda var elbette.

Özgürlük salt bedenin ihtiyaçlarına indirgendiğinde asıl sorun başlamaktadır.

Bedenin ihtiyaçları barınma, yeme, içme, üreme, giyinme rahatça hareket edebilme-dinlenebilme gibi beş temel gereksinime indirgendiğinde asıl görmemiz gereken bu beş gereksinimden türeyen yüzlerce yan (pseudo) ihtiyacın nasıl olup da temel ve ilk ihtiyaçlarmışçasına algılandığına/algılattırıldığına göz atmakta fayda var.

Yeme ve içme faaliyeti bedenin ve zihnin optimal seviyede işleyebilmesinin olmazsa olmaz şartıdır. 

Fakat bu şart tat alma duygusunun verdiği haz ile birleşince insanların doymak nedir bilmemesine ve sadece yediğinde kendini iyi hissetmesine ve aynı şekilde garip bir biçimde yiyerek kendilerinin güvende olduğu sanrısına da neden olmaktadır.


Bedenin yeme ihtiyacı çok basit bir şekilde ve esasen az öğünlerle giderilebilmesine rağmen yaşamak için gereken temel şartların sağlanması halinin özgürlük olarak tanımlanmasıyla pek tabii ki "sınırsız özgürlük" için sınırsız ve ölçüsüz yeme içme faaliyeti ortaya çıkacaktır.


İnsanın barınma ve giyinme ihtiyacını da bu şekilde ele aldığımızda özgürlüğün anlamını yanlış kavrayan bir insan için ya da daha doğrusu insanlık için giyinmenin ve de barınmanın nerelere kadar vardırılacağı da zaten gözümüzün önündedir.


Üreme ihtiyacı da tüm diğer temel ihtiyaçlarda olduğu gibi bedenin ve toplumun sağlığı için olmazsa olmazdır. Fakat asıl sorun, diğer tüm temel ihtiyaçlarda olduğu gibi, bunun bir şekilde özgürlük kavramıyla örtüştürülmesidir.

Sınırsız cinsellik sınırsız özgürlük değildir. İlk başta yanlış kavramlarla kurulmuş olan bir önermenin sonucunun doğru olabilmesi de mümkün değildir

Temel ihtiyaçların giderilmesi sizi özgür kılamaz kaldı ki ölçüsüzce, abartılı bir şekilde ihtiyacın üstündeki tüm şeyler özgürlüğünüzü elinizden alır.

Yeterli miktarda kıyafetinizin olmasına rağmen hala daha sürekli kıyafet almak sizi kıyafetin kölesi yapar.

Yeterli miktarda yedikten sonra hala daha ölçüsüzce yemek ve içmek sizi yemenin kölesi yapar.

Barınma ihtiyacınız giderildiğinde bunun ötesini ve daha iyisini istemek sizi evinizin kölesi yapar.

Kısaca siz pseudo özgürlüğünüz için savaşırken tüm bu metaların kölesi olursunuz.

Köle olduğunuz bir sistemde özgürlükten bahsetmek kelimenin tam anlamıyla bir ironidir.

Sinoplu Diyogen gibi bir fıçı içinde yaşamaktan bahsetmiyorum elbet; ben temel ihtiyaçların yaşadığımız topluma uygun bir şekilde giderilmesinden bahsediyorum.





Uç örnekler güzeldir fakat çıkmaz yola götürür.

Ve bu tam bir dilemmadır; tüm bu ihtiyaçların büyük bir ölçüde giderildiği bir toplumdaki insanların daha fazla özgür olmalarını beklerken daha da beter şekilde özgürlükten uzaklaşıyor olduklarını görmekteyiz


Ve heyhat özgürlük tam olarak nedir ve nerededir?

Özgürlüğün tarifini herkes anladığı kadar yapar.

Özgürlük zihinde başlar ve zihinde biter. Fakat sadece düşüncede ve gerçeklikten uzak "özgürüm ben" fikrinden ziyade zihinsel dogmalarınızın tek tek yıkılmış olduğu bir haldir; durumdur. 

Özgürlük Tanrıya ulaşma halidir ki bu hali Tanrı herkese nasip etmez.

Fakat en azından bunu sezgisel olarak bilebilmek bir adımdır. Tanrı bilinemez olan hakikattir ve bilgi ise tam anlamıyla duruma ve şarta göre değişen, insandan insana, toplumdan topluma asla sabit olmayan göreceli gerçeklerdir.

Sokrates'in o meşhur sözünde olduğu gibi "hiçbir şey bilmediğini bilmek" özgürlüğe atılacak ilk adım olacaktır.


Doğduğunuz toplumun göreceli bilgileriyle yoğrulmuş zihninizdeki göreceli gerçekler zamanla sadece ihtiyaç anında kullanılan, ne tekrar gözden geçirilen ne de üzerinde düşünülen, defalarca gidilip gelinen ve artık aşina olunan, üzerinde çim dahi bitmez verimsiz bir patikaya dönüşür ve sırf aşinalığın verdiği rahatlık duygusu nedeniyle başka bir yol olabileceği başka çerçeveler ve düşünceler olabileceği düşünmek dahi gereksiz ve yorucu bir hal alır.

O halde şu açıktır ki zihnimizdeki göreceli gerçeklerin, sırf onlara aşina olduğumuz için, kölesiyiz.

İnançlarımızın, alışkanlıklarımızın kölesiyiz.

Özgürlük kalbimizde, zihnimizde yeşerecek bir filizken onu sürekli dışarda arıyor olmamızdan dolayı ve de ne aradığımızı dahi bilmediğimiz fakat sezgisel olarak bulmamız gerektiğini düşündüğümüz hakikati ararken aynı zamanda çevremize, insanlara, hayvanlara, doğaya açtığımız savaştan dolayı barbarlarız.


Aradığımız şeyi aynı zamanda yok kılıyoruz.


Ve sırf onu yok kılmak bile bizi Yunanlıların şu ünlü Titanlarından dahi daha beter bir konuma itmektedir. Titanların en azından ruhu yoktu ve davranışlarının meşru sebebi de budur.



Biz ne aradığını bilmeyen zavallı bir topluluk olarak onu bir ormanın içinde aradık ve sık ağaçların arasında bulamadığımızdan tek tek hepsini kestik; yoktu.


Biz onu nehirlerin, denizlerin, göllerin içinde aradık; suyun dibini göremeyince suları tükettik ve kalan havzaların içine baktık; yoktu.


Biz onu yeraltında aradık; altın sandık, gümüş sandık, oyduk, deldik ve çıkardık; geriye hiçbir şey kalmadı.


Özgürlüğümüzü bulmak için dere tepe düz gittik; önümüze çıkan her engeli baltalarımızla yıktık. 

Her şeyi yakınca altındaki hiçlik daha da acıttı canımızı.

Ve şu ünlü şarkıda da dendiği gibi "Acı çekmez özgürlükse özgürüz hepimiz de."


Acı baki kaldı, yüreğin arayışı da keza.

Barbarlık yapıştı üzerimize; doğanın katili olduk.


Aradığımız şey biz ararken yok oldu; hiçliğe karıştı.

Biz ve bitmek bilmez caniliğimiz baki kaldı.


Ve "aranacak şey kesin olarak budur; aranacak bir şey de yok ve biz çoktan bulduk" diyenlerin laf salatası da bir zaman sonra çamura döndü ve herkes o çamurun içinde debelenmeye başladı.


Bizim için çamurda debelenmekten ötesi yok ne de olsa özümüz yok.


"Özgür" kelimesinin etimolojisi ile ilgili çok bir kaynak olmasa da ben kendimce "öz" ve "gör" kelimelerine ayıracağım ve bunu yaptığımda kelimenin tam manasının bile esasen özgürlüğün ne olduğunu bize anlattığını göreceğiz. "Özgürlük" özü görmektir. Özü görmek demek ise Sokrates'in ve Türk islam tasavvufçularının her daim dediği şeydir; "kendin bilmektir."

"Men arafe nefsehü fekat men arafe Rabbehü" ve insan elbette kendini bulduğu yerde Tanrıyı bulacaktır.

Fakat bu ne zihnin basıla basıla eskimiş, köhne patikalarında ne de doymak bilmeyen nefiste bulunur. Bu özdür; özü görmektir.


Kendimizi, özümüzü maddi alemde aramak ve mikroskoplarla küçüğün en küçüğünü görmeye çalışmak sisin arasında sisin kendisini bulmaya çalışmak gibidir.


Bir şeyleri bölerek, parçalayarak onun kalbine inileceğini düşünmek bir hezeyandır; garip ve absürt bir sanıdır.


Özümüzü, hakikatı, Tanrıyı bir anlığına dahi olsa hissetmeyen insan yoktur. İnsan olmanın  gereğidir onun var olduğunu bilmek kaldı ki aksi takdirde bir arayış da olmazdı.

Fakat hissettiğimizin ne olduğunu dahi bilememek zihnimizin kalabalıklarından kaynaklanır. Tam da burada düşünmenin tam olarak ne olduğundan ya da olmadığından bahsetmek elzemdir.

0 yorum:

İLETİŞİM