21 Şubat
Ilık bir bahar akşamında, deniz kenarındaki bir balık restoranında, en sevdiğiniz insanlarla birlikte ve lezzetli yemekler eşliğinde neşeli ve bol kahkahalı bir akşam geçirdiğinizi varsayın; hayal etmenin bile insanın yüzüne kocaman bir gülücük kondurduğu akşamlardan biri. O kadar çok güldünüz ki aniden zihninize gelen bir düşünce ile kaskatı oluyorsunuz; ‘başıma bir iş gelecek galiba, çok güldüm’. Batıl bir hurafeymişçesine zihninize dolan bu düşünceden kurtulmak için rasyonel zihninize sığınırsınız; bu nafile bir hamledir. Deneyimlerinizden çok iyi bilirsiniz ki iyi şeylerin ardından kötü şeyler gelir. Mutluluğun devamında her daim mutsuzluk vardır; üzüntünün ve çokça gözyaşının ardından bir ferahlama gelir; heyecanın ardından bir sakinlik çöker. Evren bir taraftan verirken, bir taraftan alır gibi gözükmektedir ki bu bir gerçektir. Her şeyin bedelini ödemek zorundayız; ne kadar yükselirsek yükselelim, bir taraflarımızdan bizi aşağıya çekecek bir güç muhakkak vardır. Çok mutlu ve aktif olduğumuz bir günün ardından, beklenmedik bir şekilde umutsuzluğa düşüp, kıvrıldığımız koltukta hareketsiz kalmamız da bu yüzdendir. İçimize dolan yapıp etme isteğinin yerini aniden bir bıkkınlık halinin alması an meselesidir. Ve herkesin bildiği şu ünlü cümle aşağı yukarı açıklar bu durumu; ‘her inişin bir çıkışı, her çıkışın bir inişi vardır.’
Bu evrensel bir yasadır ve sadece insanları değil, maddi evreni de kapsar. Sarkacın hareketi buna güzel bir örnektir; ne kadar sağa giderse, o kadar sola, ne kadar ileri giderse o kadar geri gider ve tüm hareketler ve olgular dengeyi bulmak üzere yeniden şekillenir. Ve bizler böylesi inişli çıkışlı duygu durumlarının ve de sürekli bir değişim içinde olan dış çevrenin etkisi ile bir oraya, bir buraya kolaylıkla savruluruz. Bu durumda hakikaten de herkesin çok iyi bildiği, sonbahar rüzgarıyla savrulan kurumuş yapraktan pek de farkımız yok gibi gözükmektedir. Her şeyin denge içinde olduğu zamanlarda içimize dolan iyimserlik halinin yerini, denge tekrar düzene girmek üzere bozulduğunda yerini çaresizlikle karışık kötümserlik alacaktır ve hayat nehrinin akışı boyunca biz, kendimizi, kontrol altında tutamadığımız fakat tuttuğumuzu sandığımız bir teknenin kaptanı olarak buluruz. Varmamız gereken yerle, vardığımız nokta arasındaki mesafe gözümüze hep aynı gelse de aslında, istencimiz dışında girmiş olduğumuz döngülerin bir neticesi olarak her daim farklıdır gerçekte. Kat ettiğimizi sandığımız fakat hep içine kıvrılan kollar boyunca geçen ömrümüzün, son perdede, kontrolümüz altında olmayan olaylar silsilesi ile şekillenmiş olduğunu fark ederiz. Bu böyle gelir, böyle gider ömürler ömürler boyunca.
Bunun farkında olabilmek bir şeydir, buna karşı bir şeyler yapabilme istenci başka bir şeydir. Çok az insan evrensel yasaların kendisi için de geçerli olduğunu ve ondan kaçış olmayacağının farkındadır. Bu noktada kendisini köşeye sıkışmış, kapana tıkılmış gibi hisseden insan aynı zamanda hiçbir zaman bir kaçışın olmayacağının da farkına vardığında ‘yalan dünya’ fenomenine sıkı sıkıya tutunur. Bir yanılsamanın içinde yaşadığını, eninde sonunda bu kötücül rüyanın bitmek zorunda olduğunu, çevresindeki olayların ve insanların gerçekte olmadığını ve algılayan olarak sadece kendisinin var olduğu fikrine sıkı sıkıya tutunabilir. Bu beyhude çaba maalesef içinde bulunduğu durumu ne daha az gerçek kılar ne de onun için bir çözüm sunar.
Kader inancının tam da burada devreye girmesi lazımdır lakin kör kütük bir sarhoşluk içinde, içeride yeşeren inancın, gerçek bilginin yerini alamayacağı aşikârdır. Kader evrensel bir yasadır; iplerin bizim elimizde olmadığını suratımıza vuran bir hakikattir; inanmak onu daha az gerçek kılmaz fakat içsel deneyimin yerini inanma almaz. Dıştan dolu, içten boş kelimeler onu daha çok inandırıcı eylese de daha çok bilinir kılmaz. Atılan zarın ne geleceğini dahi bilmeden kadere karşı koyabilmenin mümkün olduğunun sanılması ise kuşkusuz içler acısı bir durumdur. Fakat karmakarışık insan zihninin içinden birtakım teoriler ve inançlar çıkacak, bilemediğini kabul etmeyip inanmak için kollarını sıvayacaktır. Bilemediğimiz yerde bilmediğimizi kabul edip, kendi zihnimizin yarattığı birtakım imgelerin esiri olmasaydık belki birkaç basamak daha çıkabilecek irade gücü sergileyebilirdik fakat öylece kalakaldık; milyonlarcamız, milyarlarcamız öylece kapana sıkıştık.
Kapandan çıkmanın yolu aslında gene kapanın içinden geçmekle başlıyor. Labirentin dışından labirenti çözemezsiniz fakat belki anca bir kuş kadar yükselebilirseniz yukarıdan bakarak çözümü rahatlıkla bulabilirsiniz. Çözüm evrensel yasaların dilini anlamaktan ve prensiplerini çözebilmekten geçer. Fakat kaçımız bu dereceye kadar yükselip yasaların dilini anlar olduk ki? Gene de her şey için çok geç değil. Bu esareti kendimizin ve insanlığın iyiliğine kullanabilmemiz esirken de mümkündür. Fakat işe parçası olduğumuz düzeni bozamayacağımızı, onun bir parçası olduğumuzu bilerek başlamamız ve mutlak özgürlüğe yalnızca bütünün tabi olduğunu her daim aklımda tutmamız lazım gelir. Bütünün, bu koca evrenin bir parçası olmak, ölüm ve doğum süreçlerinin de bir parçası olduğumuz anlamına gelir ki bu gözle gördüğümüz bir şeydir. Fakat ne ölümün, ne de doğumun bizi biz yapan özelliği bozamayacak olması işin güzelliğidir. Her seferinde sil baştan oyun başladığında tekrardan yerlerimizi alacak olmak belki de bir mutluluk kaynağı olarak var olmanın şerefine nail olmamızı sağlar.
Şu anki hayatlarımızla ilgili bir başlangıç olarak yapabileceğimiz yegâne ve en önemli şey; içsel ve dışsal faktörlerin, insanların ve de çevrenin oyuncağı olmaktan kurtulmak, kendi kararlarını kendi alabilen, iradesi, yaratım ve edim gücü yüksek, kötü ve şaşırtıcı olaylar karşısında bir taş gibi merkezinde kalmayı becerebilen bireylere dönüşmek olacaktır. Ölüm, hastalık, kaza hayatın her alanında her saniye başımıza gelebilecek önlenemez olgulardır. Bunlardan kaçabilmemiz mümkün değildir; yapılabilecek en doğru hareket bunların önlenemezliği karşısında gerekli tavrı takınmak olacaktır ki bu tavır iradenin gücüyle içsel dengemizi kaybetmemek olacaktır. Bu elbette duyguların üstüne örtmek eylemi değildir; duyguları görerek onların bizi savurmasına izin vermeme eylemidir. Öte taraftan zihinlerinin mutlak kontrolünü ele geçirmiş olanlar, bizimkiler üzerinde de birtakım deneyler yapmak isteyeceklerdir. Bu ne onlar için iyidir, ne de bizim için. Ettiklerini bulacaklardır elbet çünkü evrensel yasaları kötü niyetle kullananlar eninde sonunda bunun cezasını çeker. Bir nevi kara büyüyle bizi etkilerine altına alan ve onların fikirlerini kendi fikirlerimizmişçesine benimseten gruplara karşı bir kalkan geliştirebilmek adına, zihnimin sakinliğini ve kontrolünü elimize almamız ve bunu mümkün mertebe hızlı yapmamız bizi olaylar karşısında salim ve dik tutacak, kötü grupların, reklamların etkisinden kurtulmamızı sağlayacaktır. İrademiz elimizdeki en önemli güçtür ve aynı zamanda eril bir kuvvettir. Sürekli geyleşen bir toplum aslında bir metafordur; eril gücün yani iradenin elimizden alınıyor olduğunun bir göstergesidir; iyice kontrol altına girdiğimizin en önemli işaretlerinden biridir.
Fakat konuyu dağıtmamak adına burada bırakıyorum.
Her ne olursa olsun evrensel yasalara tabi olmak, onları lehimize ve iyilik için kullanabiliyor olmamızı engellemez. Öncelikle zihnimizin kontrolünü elimize alarak, etkilerin yarattığı içsel tepkilerimizi azaltmamız ve her koşulda ve de durumda, ne olursa olsun, olmamız gerektiği yerde, olmamız gereken kişi olduğumuzu bilerek, irade gücümüzle kendimizi dik tutabilmek ve metanet sahibi olmak atılacak küçük bir adım gibi görünse de oldukça zorlu ve sebat gerektiren bir süreçtir. Üzerimize gelen dalgaları kontrol edemesek de tıpkı deneyimli bir sörfçü gibi kendimiz için kullanıp, üzerlerinde düşmeden kalabilmemiz istenilen sonuç olacaktır. Ve bunu öğrenmemiz mümkündür. Yeter ki istencimizi irademize yönlendirebilelim. Zihinsel kontrolümüzü elimize alabildiğimizde, çevremizdeki insanları da iyi yönde etkileyebilmemiz mümkün olacaktır. Fakat ilkin işe kendimizde başlamamız şarttır. Kendi kontrolümüzü elimize aldığımızda, yasalar çerçevesinde başaramayacağımız bir iş kalmayacaktır ve insanların, olayların ve içsel kimyasal reaksiyonların esiri olmaktan kurtulabilmek adına atılabilecek en doğru adımdır.
Yasalar yardımcımız, evren gözcümüz, ruhumuz yoldaşımız olsun. Ve de öyle olsun. Alas!
Ilık bir bahar akşamında, deniz kenarındaki bir balık restoranında, en sevdiğiniz insanlarla birlikte ve lezzetli yemekler eşliğinde neş...
Her Gülüşün Ardından Gelen Gözyaşı
Ilık bir bahar akşamında, deniz kenarındaki bir balık restoranında, en sevdiğiniz insanlarla birlikte ve lezzetli yemekler eşliğinde neşeli ve bol kahkahalı bir akşam geçirdiğinizi varsayın; hayal etmenin bile insanın yüzüne kocaman bir gülücük kondurduğu akşamlardan biri. O kadar çok güldünüz ki aniden zihninize gelen bir düşünce ile kaskatı oluyorsunuz; ‘başıma bir iş gelecek galiba, çok güldüm’. Batıl bir hurafeymişçesine zihninize dolan bu düşünceden kurtulmak için rasyonel zihninize sığınırsınız; bu nafile bir hamledir. Deneyimlerinizden çok iyi bilirsiniz ki iyi şeylerin ardından kötü şeyler gelir. Mutluluğun devamında her daim mutsuzluk vardır; üzüntünün ve çokça gözyaşının ardından bir ferahlama gelir; heyecanın ardından bir sakinlik çöker. Evren bir taraftan verirken, bir taraftan alır gibi gözükmektedir ki bu bir gerçektir. Her şeyin bedelini ödemek zorundayız; ne kadar yükselirsek yükselelim, bir taraflarımızdan bizi aşağıya çekecek bir güç muhakkak vardır. Çok mutlu ve aktif olduğumuz bir günün ardından, beklenmedik bir şekilde umutsuzluğa düşüp, kıvrıldığımız koltukta hareketsiz kalmamız da bu yüzdendir. İçimize dolan yapıp etme isteğinin yerini aniden bir bıkkınlık halinin alması an meselesidir. Ve herkesin bildiği şu ünlü cümle aşağı yukarı açıklar bu durumu; ‘her inişin bir çıkışı, her çıkışın bir inişi vardır.’
Bu evrensel bir yasadır ve sadece insanları değil, maddi evreni de kapsar. Sarkacın hareketi buna güzel bir örnektir; ne kadar sağa giderse, o kadar sola, ne kadar ileri giderse o kadar geri gider ve tüm hareketler ve olgular dengeyi bulmak üzere yeniden şekillenir. Ve bizler böylesi inişli çıkışlı duygu durumlarının ve de sürekli bir değişim içinde olan dış çevrenin etkisi ile bir oraya, bir buraya kolaylıkla savruluruz. Bu durumda hakikaten de herkesin çok iyi bildiği, sonbahar rüzgarıyla savrulan kurumuş yapraktan pek de farkımız yok gibi gözükmektedir. Her şeyin denge içinde olduğu zamanlarda içimize dolan iyimserlik halinin yerini, denge tekrar düzene girmek üzere bozulduğunda yerini çaresizlikle karışık kötümserlik alacaktır ve hayat nehrinin akışı boyunca biz, kendimizi, kontrol altında tutamadığımız fakat tuttuğumuzu sandığımız bir teknenin kaptanı olarak buluruz. Varmamız gereken yerle, vardığımız nokta arasındaki mesafe gözümüze hep aynı gelse de aslında, istencimiz dışında girmiş olduğumuz döngülerin bir neticesi olarak her daim farklıdır gerçekte. Kat ettiğimizi sandığımız fakat hep içine kıvrılan kollar boyunca geçen ömrümüzün, son perdede, kontrolümüz altında olmayan olaylar silsilesi ile şekillenmiş olduğunu fark ederiz. Bu böyle gelir, böyle gider ömürler ömürler boyunca.
Bunun farkında olabilmek bir şeydir, buna karşı bir şeyler yapabilme istenci başka bir şeydir. Çok az insan evrensel yasaların kendisi için de geçerli olduğunu ve ondan kaçış olmayacağının farkındadır. Bu noktada kendisini köşeye sıkışmış, kapana tıkılmış gibi hisseden insan aynı zamanda hiçbir zaman bir kaçışın olmayacağının da farkına vardığında ‘yalan dünya’ fenomenine sıkı sıkıya tutunur. Bir yanılsamanın içinde yaşadığını, eninde sonunda bu kötücül rüyanın bitmek zorunda olduğunu, çevresindeki olayların ve insanların gerçekte olmadığını ve algılayan olarak sadece kendisinin var olduğu fikrine sıkı sıkıya tutunabilir. Bu beyhude çaba maalesef içinde bulunduğu durumu ne daha az gerçek kılar ne de onun için bir çözüm sunar.
Kader inancının tam da burada devreye girmesi lazımdır lakin kör kütük bir sarhoşluk içinde, içeride yeşeren inancın, gerçek bilginin yerini alamayacağı aşikârdır. Kader evrensel bir yasadır; iplerin bizim elimizde olmadığını suratımıza vuran bir hakikattir; inanmak onu daha az gerçek kılmaz fakat içsel deneyimin yerini inanma almaz. Dıştan dolu, içten boş kelimeler onu daha çok inandırıcı eylese de daha çok bilinir kılmaz. Atılan zarın ne geleceğini dahi bilmeden kadere karşı koyabilmenin mümkün olduğunun sanılması ise kuşkusuz içler acısı bir durumdur. Fakat karmakarışık insan zihninin içinden birtakım teoriler ve inançlar çıkacak, bilemediğini kabul etmeyip inanmak için kollarını sıvayacaktır. Bilemediğimiz yerde bilmediğimizi kabul edip, kendi zihnimizin yarattığı birtakım imgelerin esiri olmasaydık belki birkaç basamak daha çıkabilecek irade gücü sergileyebilirdik fakat öylece kalakaldık; milyonlarcamız, milyarlarcamız öylece kapana sıkıştık.
Kapandan çıkmanın yolu aslında gene kapanın içinden geçmekle başlıyor. Labirentin dışından labirenti çözemezsiniz fakat belki anca bir kuş kadar yükselebilirseniz yukarıdan bakarak çözümü rahatlıkla bulabilirsiniz. Çözüm evrensel yasaların dilini anlamaktan ve prensiplerini çözebilmekten geçer. Fakat kaçımız bu dereceye kadar yükselip yasaların dilini anlar olduk ki? Gene de her şey için çok geç değil. Bu esareti kendimizin ve insanlığın iyiliğine kullanabilmemiz esirken de mümkündür. Fakat işe parçası olduğumuz düzeni bozamayacağımızı, onun bir parçası olduğumuzu bilerek başlamamız ve mutlak özgürlüğe yalnızca bütünün tabi olduğunu her daim aklımda tutmamız lazım gelir. Bütünün, bu koca evrenin bir parçası olmak, ölüm ve doğum süreçlerinin de bir parçası olduğumuz anlamına gelir ki bu gözle gördüğümüz bir şeydir. Fakat ne ölümün, ne de doğumun bizi biz yapan özelliği bozamayacak olması işin güzelliğidir. Her seferinde sil baştan oyun başladığında tekrardan yerlerimizi alacak olmak belki de bir mutluluk kaynağı olarak var olmanın şerefine nail olmamızı sağlar.
Şu anki hayatlarımızla ilgili bir başlangıç olarak yapabileceğimiz yegâne ve en önemli şey; içsel ve dışsal faktörlerin, insanların ve de çevrenin oyuncağı olmaktan kurtulmak, kendi kararlarını kendi alabilen, iradesi, yaratım ve edim gücü yüksek, kötü ve şaşırtıcı olaylar karşısında bir taş gibi merkezinde kalmayı becerebilen bireylere dönüşmek olacaktır. Ölüm, hastalık, kaza hayatın her alanında her saniye başımıza gelebilecek önlenemez olgulardır. Bunlardan kaçabilmemiz mümkün değildir; yapılabilecek en doğru hareket bunların önlenemezliği karşısında gerekli tavrı takınmak olacaktır ki bu tavır iradenin gücüyle içsel dengemizi kaybetmemek olacaktır. Bu elbette duyguların üstüne örtmek eylemi değildir; duyguları görerek onların bizi savurmasına izin vermeme eylemidir. Öte taraftan zihinlerinin mutlak kontrolünü ele geçirmiş olanlar, bizimkiler üzerinde de birtakım deneyler yapmak isteyeceklerdir. Bu ne onlar için iyidir, ne de bizim için. Ettiklerini bulacaklardır elbet çünkü evrensel yasaları kötü niyetle kullananlar eninde sonunda bunun cezasını çeker. Bir nevi kara büyüyle bizi etkilerine altına alan ve onların fikirlerini kendi fikirlerimizmişçesine benimseten gruplara karşı bir kalkan geliştirebilmek adına, zihnimin sakinliğini ve kontrolünü elimize almamız ve bunu mümkün mertebe hızlı yapmamız bizi olaylar karşısında salim ve dik tutacak, kötü grupların, reklamların etkisinden kurtulmamızı sağlayacaktır. İrademiz elimizdeki en önemli güçtür ve aynı zamanda eril bir kuvvettir. Sürekli geyleşen bir toplum aslında bir metafordur; eril gücün yani iradenin elimizden alınıyor olduğunun bir göstergesidir; iyice kontrol altına girdiğimizin en önemli işaretlerinden biridir.
Fakat konuyu dağıtmamak adına burada bırakıyorum.
Her ne olursa olsun evrensel yasalara tabi olmak, onları lehimize ve iyilik için kullanabiliyor olmamızı engellemez. Öncelikle zihnimizin kontrolünü elimize alarak, etkilerin yarattığı içsel tepkilerimizi azaltmamız ve her koşulda ve de durumda, ne olursa olsun, olmamız gerektiği yerde, olmamız gereken kişi olduğumuzu bilerek, irade gücümüzle kendimizi dik tutabilmek ve metanet sahibi olmak atılacak küçük bir adım gibi görünse de oldukça zorlu ve sebat gerektiren bir süreçtir. Üzerimize gelen dalgaları kontrol edemesek de tıpkı deneyimli bir sörfçü gibi kendimiz için kullanıp, üzerlerinde düşmeden kalabilmemiz istenilen sonuç olacaktır. Ve bunu öğrenmemiz mümkündür. Yeter ki istencimizi irademize yönlendirebilelim. Zihinsel kontrolümüzü elimize alabildiğimizde, çevremizdeki insanları da iyi yönde etkileyebilmemiz mümkün olacaktır. Fakat ilkin işe kendimizde başlamamız şarttır. Kendi kontrolümüzü elimize aldığımızda, yasalar çerçevesinde başaramayacağımız bir iş kalmayacaktır ve insanların, olayların ve içsel kimyasal reaksiyonların esiri olmaktan kurtulabilmek adına atılabilecek en doğru adımdır.
Yasalar yardımcımız, evren gözcümüz, ruhumuz yoldaşımız olsun. Ve de öyle olsun. Alas!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum: