Delilik Bulaşıcıdır  Gözlerimi açtım, duvardaki saate bakmaya çalıştım fakat göremedim. Çok uyumuş olmalıydım; en azından ben öyle his...

Benim Küçük Kıyametim Bölüm:2



Delilik Bulaşıcıdır 

Gözlerimi açtım, duvardaki saate bakmaya çalıştım fakat göremedim. Çok uyumuş olmalıydım; en azından ben öyle hissediyordum. Gözlerimi ovuşturdum. Evimin hiçbir duvarında duvar saati olmadığını hatırladım. Neredeydim ben? Hızlıca kalktım yerimden. Tanıdık bir yer değildi burası. Küçük bir odanın içinde bembeyaz duvarlarla çevrili odadaki tek kişilik bir yatağın üzerinde şaşkınlıkla oturuyordum; üzerinde, kokusu başımı döndüren, taze beyaz zambak dolu bir vazo olan bir komidin yatağın hemen yanı başındaydı. Üzerimde beyaz bir gecelik vardı ve kolumdan bir hortum hemen yukarıdaki bir seruma bağlıydı. Serumu çıkardım ve kapıya yöneldim. Pink Floyd’u karşımda doktor önlüğü ile görünce neredeyse küçük dilimi yutacaktım; önlüğün üstündeki Dr. Fahri Gülsoy ismine takıldı gözüm. Gülümseyerek bakıyordu bana fakat bakışlarında ne küçümseme ne de umursamazlıktan eser vardı; merhamet ya da daha kötüsü acıma mı vardı yoksa? Neredeydim ben tam olarak? Her ne kadar kendime itiraf edemesem de burasının hastane odası olması dışında bir ihtimal gelmiyordu aklıma. Soran gözlerle baktım, anlamış olsa gerek sorumu, cevap verdi bana:
—Evet, burası bir hastane.

Başımı eğdim; kötü bir kâbus olmasını dilemiştim. Önümden geçerek arkadaki pencerenin perdelerini çekti; dışarıda pırıl pırıl bir hava vardı. Haylaz bir güneş ışığının gözüme girmesi ile irkildim; yağmur yoktu; masmavi gökyüzünde tek bir bulut dahi yoktu. Delirmiştim anlaşılan, hem de öyle böyle değil sağlam delirmiştim ve burası da bir akıl hastanesi olmalıydı. Utana sıkıla konuşmaya çalıştım:
—Ne zamandır buradayım?
—Üç aydır buradasın, dün seni ziyaretimle bir şeyleri sorgulamaya başlamış olmalısın. Girdiğimde bakışlarındaki şaşkınlığı hisseder hissetmez kendin için kurduğun dünyanın sönmek üzere olduğunu fark ettim. Senin için çok uğraştık; bizim için yeni çığırlar açtın sen. İnsan beyni inanılmaz bir makine ve aslında her şeyin zihinde bittiğine neredeyse emin sayılırız. Çok zeki bir kızsın, kurmacadan eninde sonunda çıkacağına olan inancımı hiçbir zaman yitirmedim.
—Kim getirdi beni buraya? İlk ne zaman başlamışım yağmayan yağmurlardan bahsetmeye?
—İşlek caddelerden birinde bir oraya bir buraya ‘yağıyor, yağıyor, kaçın, sığının bir yerlere’ diye canhıraş feryat ederken araç ve yaya trafiğinin altını üstüne getirmişsin. Trafik polisi hastaneyi aramış; oradan da buraya nakledildin. Olay kısaca böyle. Detaylı ve uzun soluklu bir iyileştirme çabasına girdik; geçmişini de bu kapsamda araştırdık elbette. Evlenme arifesinde nişanlını kaybettiğini öğrendik ve durumuna daha da üzüldük. Kendi küçük kıyametini yaratmış olmak yeterli gelmemiş sana; toptan bir kıyametin tüm insanlığın başına gelmesini istemişsin ve bir şekilde zihnini böyle bir olaya ikna etmişsin gibi duruyor. Bunları konuşuruz detaylı; vaktimiz bol. Ne dersin bahçeye çıkalım mı? Güneşe selam verelim.

Bahçeye çıktık. Çimler yeni kesilmiş olmalıydı; zambaklar, güller gayet muntazam bir şekilde kenarlara ekilmişler ve boyunlarını güneşe uzatmış olabildiğince emiyorlardı güneş ışınlarını. Hava sıcaktı ve güneş yakıyordu. Ne zamandır ilk defa tenimde güneşi hissetmiştim; huzur bulmam gerekirken içimde büyük bir korku hafiflemek bilmeden diken üstünde durmama neden oluyordu. Dr. Fahri’den sigara istedim; hızlı bir şekilde içime çektim; neredeyse bana gerçeği, çıplak gerçeği tümüyle göstereceğine inandığım bir maddeymiş gibi çektikçe çektim ve fakat ne acıdır ki sarı saçlarımın üzerinde dans eden güneş çekmedi ışınlarını geri. Gerçekten bu derece delirebilmiş olmama aklım sırrım ermiyordu. Nasıl? İrade gücüme o derece inanırken birdenbire nasıl da yıkılmıştım ve kendimi bir akıl hastanesinin bahçesinde bulmuştum? Kendimden utandığımdan doktora soru soramıyordum. Sessizce bir banka oturduk, gözlerimi kapayarak bedenimi güneşe teslim ettim.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum; gök gürültüsüne benzer bir sesle irkildim. Gözümü açtım; Dr. Fahri yanımdan kalkmıştı. Burnuma düşen bir damla ile irkildim; gökyüzüne baktım; güneş kaybolmuştu ve kapkara bulutlar mavilikleri örtmüştü. Sırılsıklam olmadan yerimden kalkıp hastaneye yöneldim fakat hastanenin yerinde yeller esiyordu; yakınlarda sığınabileceğim bir yer aradım; bahçenin duvar dibinde ahşap bir kulübeye gözüm takıldı ve hiç düşünmeden daldım içeriye. Şöyle bir göz gezdirdim; burası benim evimdi, yegâne sığınağım.

Gerçekliğimi yeniden kaybettiğimi düşünerek hastanede yatağımda hayal ettim kendimi fakat ne yaparsam yapayım ne ortam değişiyordu ne de zaman. Kendimi güvende hissettiğim tek yerde olduğum için mutluydum her koşulda; yalan olsa da. Mutfağa geçip kendime kahve yaptım ve küçücüğü kucağıma alarak sigara eşliğinde yavaş yavaş yudumlamaya başladım kahvemi.  Henüz daha yarılamamışken ne kahvemi ne sigaramı, kapıya birkaç kere sertçe vurulmasıyla irkildim fakat korkum geçmişti; umursamadan, korkmadan, kaygılanmadan açtım kapıyı. Pink Floyd’u karşımda görünce bir gülme aldı beni; kahkahalarla buyur ettim içeri. Hızlıca kendini bir koltuğa atarak soluk soluğa konuşmaya başladı; delirmiş gibiydi:

—Yağıyor, yağıyor, hiç durmamacasına yağıyor, başladı, kaçın sığının!

Delilik bulaşıcıydı elbette. Ben ise kendi kıyametime yakında tüm dünya doluşacağı için memnun bir şekilde bir sigara daha yaktım.









0 yorum:

İLETİŞİM