Kendimi tutamıyordum. Kilometrelerce mi ağlayacaktım? Denizlerce, okyanuslarca? Oralarda, buralarda biriken dönümlerce gözyaşı nasıl da sicim gibi dur durak bilmeden akıyor gözlerimden. Gözyaşının ölçüsü yok; birimi yok; öylece akarken fark ettim onu. Zaman ve mekândan bağımsız; ruhun acılarını taşıyan bir nehir misali birinden bir diğerine taşıyor karasını varlığın vücut bulmuş halinin.
Yeteri kadar ağlasam kör olurdum belki; gözlerim taşa dönmez miydi bütün gözyaşını akıttıktan sonra? Ruhum kara mıydı bu kadar? Fakat neden? Benden habersiz hangi hisler zihnimin bilincine dökülüyor sapır sapır? Denizin kenarında oturuyorum; kimsecikler yok; ileride yaşlı bir adam balık tutmaya çalışıyor; az ötede siyah bir köpek etrafı kokluyor. Ben varım fakat varlığım öylesine derin bir mücadelede ki yokluğumla kazanan her daim yokluğum oluyor. Kim görüyor beni, kim tanıyor? Ben dahi göremezken, bilemezken kendimi ve varlığa kaptırmışken tüm gizemi ve iyice kaplanmışken sırla, hangi kahraman çıkaracakmış açığa esrarlı gerçeği? Gözyaşlarım bir kahraman gibi benden saklı şeyleri döküyor olsa gerek toprağa. Toprak kara zaten, kararacak iyice; bir kıvılcım çıkarır belki dayanamayıp yüküne, yangın başlatır bir yerlerde ya da deprem olur birdenbire. Gene de döküp saçmaya yetmez, insandan geleni.
Saatlerce ağladım denizin üzerinde ve sonra birden kalktım ayağa. Yenilenmiş miydim yoksa acım mı geçmişti bilmem. Acı kolay geçmez diye bilirim ben, üzeri külle örtülür sadece. Anca o zaman gözyaşlarının üzerinde düşünmeye başladım. Temel görevi gözleri temizlemek elbette fakat öte taraftan ruhu da temizliyor olabilir miydi? Yıllar yıllar önce okumuş olduğum, su üzerine yazılmış olan kitap geldi aklıma; yazarın ismi Masaru Emoto; kitabın ismi ‘Suyun Gizli Mesajı’. Suyun bilgi taşıyan bir molekül olduğunu ve bizim niyetimize göre kristallerinin şekilleneceğini anlatıyor kitapta kısaca. Kendisi ise suyun özelliğini şöyle tanımlamakta:
‘Su, bizim göremediğimizi bize gösterecek bir ayna işlevi görmektedir; bizim gerçekliğimizin bir taslağıdır ve tek bir olumlu düşünce ile değişebilmektedir. Eğer bu bilgiye açık bir insansanız, tek gerekli olan inançtır.’
Tam da düşündüğüm gibi gözyaşlarımda bana ait bir şeyler vardı; benim bilmediğim ve büyük ihtimalle kötücül karakterli sırları akarak benden uzaklaştırıyordu ve eğer bunlar benim vücudumda daha fazla taşıyamayacağım türden şeyler ise gözyaşlarım ruhumu, bir süreliğine, temizlemiş olmalıydı. Fakat gene de bunun bir kanıtını istedim. Hissettiklerimizin çoğu zaman kanıtlanamaz şeyler olduğunu bilirim elbet; alaca karanlık kuşağında bulabileceğiniz türden bilgiler barındırırlar ve elle tutulur somut şeylere dökülmeleri neredeyse imkânsızdır. Fakat gene de galonlarca gözyaşından sonra gelen rahatlama hissinin bir şekilde açıklaması vardır diye düşünerek internette arama yaptım ve şöyle bir fotoğrafa rast geldim:
Gözyaşlarının akma sebebine göre farklı kristalleri vardı ve bu bana hiç de şaşırtıcı gelmedi. Örüntülere uzun süre bakmama rağmen kafamda bir yere oturtamasam da bir anlamları olduğuna eminim. Her geometrik şeklin bir hisse karşılık gelmesi aslında dünyadaki şeylerin birbirinden hiç de bağımsız olmadıklarının bir kanıtı gibi gözümde. Daha detaylı araştırınca gözyaşının içinde çok sayıda stres hormonu ve toksin bulunduğunu öğrendim. Anlaşılan gerçekten de vücudum biriken zehri atıyordu dışarı. Yeterince ağladıktan sonra gelen rahatlama hissinin sebebi bu olmalıydı elbet.
Fakat hepsi bu kadar mı? Ruhum tam olarak bu olayın neresinde? Ruhun acısı mı bedene yansıyor yoksa bedenin acısı mı ruhu bu kadar zedelemekte? Ne olursa olsun bilinçaltı karanlık dehlizlerden aydınlığa çıkmadığı sürece bunu öğrenebilmemiz pek de mümkün görünmüyor. Tam da bu noktada Carl jung ile aynı fikirdeyiz; bilinçaltımız zamandan ve mekandan bağımsız bir yere doğru uzatmakta ağlarını ve kanımca gaipten gelen haberleri bize iletmek için büyük bir sabırsızlıkla beklemekte. Maalesef bunları anlayabilmekten çok çok uzağız şu anda; işin en acı tarafı öte taraflardan bilgiyi sadece kutsal kitaplar sunuyor gözükmekte ve fakat nereye kadar? Artık o tarafa da, gerçekliği aramak adına, el atmamız gerekmez mi? Üstü kutsal kelimelerle kapanmış ve biz kıyısından bucağından en ufak bir bilgiyi dahi ele geçiremiyoruz. Kelimelerin kaldırılması elzem değil mi? Anca ezberden kurtulan insanın yeni şeyler üretebilmeye muktedir olduğuna inancım tam. Bu konuda yeni idealara her zamankinden daha çok ihtiyacımız var; bilinçaltımızı bir an evvel gün ışığına çıkarmak belki de bu ölümlü hayatın yegane amacı olmalıdır. İnsan aklı daha da ötesini kavrayabilecek donanıma sahip olmalıydı; on binlerce yıldır sürüp giden varlığı ile çoktan karanlıktan çıkmış olmalıydı. Fakat bana öyle geliyor ki bilinçli bir şekilde bilinçaltımızdan ayrıştırıldık ve gölgelerle savaşmaktan çoktan yıldık. Bundan sonra nereye gideceğimiz belli değil elbet; hiç değilse gözyaşlarımızın bizi götürdüğü yere kadar gidebilseydik keşke.
0 yorum: