Bana verdiği adres beni tam olarak buraya getirmişti. Fakat böylesi garip bir yere beni getirmesini aklım almıyordu. Yol boyunca birkaç araba görmüştüm sadece. Korkunç bir yağmur vardı ve silecekler yetişemiyordu camı temizlemeye. Korkuyordum. Fakat ben zaten korkağın tekiyimdir ve belki de hayatımda cesurca yaptığım tek hamle buydu.
Fakat değer miydi onu bilmiyorum. İşte cesurca bir hamleden sonra ulaştığım yer; Gül Bayırı Oteli. Kırmızı giriş kapısının önündeydim, kışın açık olması şaşırtıcı olsa da ben az çok biliyordum nedenini. Ne tür garip, şaibeli ve belki de korkunç işlerin döndüğünü duymamış değildim. Ve fakat ona rağmen buradayım işte...Ona, buna, şuna rağmen buradaydım. Benim de bir adım, benim de bir şanım olsun istemiştim tıpkı diğerleri gibi, tıpkı senin gibi ve de onlar gibi. İçinde yitip gittiğim böylesi bir hayatı yediremedim kendime. Sevilmemeyi yediremedim kendime, bilinmemeyi, tanınmamayı yedİremedim. Bu ölümlü bedeni kabullenemedim, hiçliği ve de boşa geçmiş günleri.
Ve buradaydım işte elime sıkıştırdıkları siyah bir çanta ile. İçimde ne olduğunu biliyorum fakat onlar bilmiyorlar bildiğimi.
Siyah küçük bir çantaya neyi sıkıştırabilirsiniz?
Kapı açıldı. Uzun boylu genç bir adam başını aşağı eğerek onayladı gelişimi. Çarpık bir gülümseme ile karşılık verdim ona, iyi günümde değilim ne de olsa. Önden gidiyordu genç adam; bu şekilde otelin restoranına kadar ilerledik. Ortalık o kadar loştu ki sandalyelerin boş olduğunu düşündüm önce, gözlerim iyice alışınca neredeyse hepsinin dolu olduğunu fark ettim. Garip bir ürperti girdi içime. Enseme soğuk bir el değmiş gibi bİr gariplik hissettim. Oturan insanlar orada burada göreceğiniz sıradan insanlar gibi değildiler. Hepsi çok ciddiydi ve fısıltıyla konuşur gibiydiler. Restoranın ön tarafı tamamen camdı ve denizin dalgalarıyla cama sertçe vuruşu ortamı daha da korkutucu bir hale getiriyordu. Fakat ne çirkef dalgalara ne de camdan vuran soğuya kimse aldırmıyor gibiydi.
Masaların arasında dolandırıyordu beni genç adam, insanlar benim farkında mıydı bilmiyorum fakat ben geçerken fısıltılar dahi sessizleşiyordu. Bir anda sessizliğin içinde "Eninde sonunda gelecektin" gibilerinden bir şey duyunca daha fazla hareket edemedim. Olduğum yerde kalakaldım ve işte o zaman fark ettim tüm gözlerin üzerimde olduğunu. Başımı önüme eğdim, bu garip insanlarla göz göze gelme niyetim yoktu.
Neyse ki genç adam beni kollarımdan çekerek kurtardı masaların arasından ve camın en önündeki bir masaya yerleştirdi beni. Yakınımdaki birkaç masa boştu ve böylelikle derin bir nefes alabilmiştim. Hemen bir sigara yaktım. Yolun sonundaydım artık ya da en azından ben öyle umuyordum.
"Az sonra burada olurlar, ben size yemeniz ve içmeniz içşn bir şeyler getireyim" diyince genç adam göz göze geldik. Gülümsedim., gülümsedi. "İsminiz nedir?" diye sordum. "Faruk" dedi. "Faruk lütfen sadece kahve ve soğuk bir sandçviç lütfen. Başka bir şeye gerek yok" diyerek deniz tarafına çevirdim kafamı. Tekrar baktığımda Faruk gitmişti. Ben, siyah çanta, sigara ve çirkef deniz kalmıştık. Olduğum taraf daha da loştu ve bakışlardan bu şekilde kurtulabileceğimi umuyordum. Gene de onların tarafa bakmaya cesaretim yoktu.
Faruk sandiviçi ve kahveyi masaya koyarken arkada bir müzik çalmaya başlamıştı. Çok tanıdık bir şarkıydı, fakat adı neydi.
Yedikten sonra bir sigara daha yaktım. Sakinlemiştim artık. Daha güçlü hissediyordum kendimi. Şu an gelseler....
Ve gelmişlerdi bile...
Sakinliğim yerine tüylerimi ürperten bir hisse bıraktı. Hissettiğim güç ise zayıflığıma taktığım bir maskeden ibaretmiş.
İki kadın ve bir erkektiler. İki kadın birbirine şaşırtıcı derecede benziyordu. İkisinin de siyah küt saçları ve kahkülleri vardı; gerçek saçtan ziyade peruğu andırıyordu. Gözleri simsiyahtı, ince dudakları ve uzun burunları vardı. İşin asıl garip tarafı ise mimikleri yok gibiydi. Ne düşündüklerini yüzlerine bakarak anlamanız mümkün değildi hele ki bulutlu siyah gözler içeride kim bilir neler saklıyordu.
Adam uzun boyluydu. Onun da saçları siyahtı ve ensesine geliyordu. Yüz hatları da diğer iki kadını andırıyordu, gözleri tıpkı onlarınki gibi simsiyahtı.
Korkum git gide artıyordu. Masadaki diğer sandalyelere teklifsizce oturdular. Faruk hemen belirdi başımızda. Kadınlardan biri "Her zamankinden" diyerek uzaklaştırdı Faruk'u.
Sonra bana dikti iki siyah çukuru; "Getirdin öyle değil mi? Umarım ters bir durum yoktur". Ellerim masanın altında titriyordu, "Getirdim evet, ters bir durum da yok."
"Peki o zaman uzatmayalım" dedi ve devam etti " Çantayı bize vereceksin. Biz kontrol ettikten sonra sana parayı vereceğiz. Ve hepsi bu kadar. "
Başımı salladım sessizce. O sırada Faruk içinde garip yeşil bir sıvı bulunan bardakları masaya koymuştu. Birbirimize baktık. O da mı korkuyordu? Kimin tarafındaydı?
Bunu anlamam uzun sürmeyecekti.
Ayağa kalktım, "Sanırım bunu size vermeyeceğim" diye bağırdım. Kendimden beklemediğim bir hamle idi bu. Öfkeyle ayağa kalktılar ve onlarla birlikte tüm restorant ayağa kalktı. Dalgalar daha da güçlü vurmaya başlamıştı camlara ve ben sanırım artık korkmuyordum. Yeterince korkmuştum hayatım boyunca. Sesİm daha da gür çıkıyordu artık
" Bunlarla beslenmenize izin vermeyeceğim. Acılarımızla, korkularımızla, gözyaşlarımızla beslenmenize izİn vermeyeceğim. İnsanım ben. Her kim isem bana yetti artık. Sindirilmişlik yetti, göz dağı yetti. Tek başıma savaşacağım sizinle."
Arkadan Faruk belirdi " Yanındayım" diye seslendi fısıltıyla. " Biliyorum" dedim.
" Sizin kurbanınız değiliz biz. Besleyip büyütüp damarlarımızdaki kanı korku, acı, kin ve nefretle doldurmanıza da izin vermeyeceğim." diye haykırarak çantayı açtım, insanlığın çilesi büyük bir hızla çıktı siyah küçük çantadan. Tüm o gözyaşları, azap ve ızdırapla birlikte çıktı. Arkadaki camlar çatırdamaya başladı.
Çok sinirlenmişlerdi ve şimdi artık onların insan olmadığı apaçık ortadaydı. Biçimsiz yaratıklardı ve sadece belki de simsiyah gözleri aynı kalmıştı.
Hepsi üzerime yürüdü fakat ben ben değildim ne de Faruk Faruk'tu. Dokunulmazdık. Korkusuzduk. Ellenemezdik, zarar verilemezdik.
Yaklaşamadılar keza onlar sadece zihinlerimizde korkutucuydu ve sadece zihinlerimizi ele geçirdiklerinde güçlüydüler. Zihnimiz değildik biz, bedenimiz hiç değil. Öylece durduk kollarımızı kavuşturarak ve denizin onları yutmasını izledik. Hepsi teker teker simsiyah sıvılara dönüşene kadar orada bekledik.
Güneş doğdu, bayılmışım. Kalktım, üzerimi silkeledim ve Gül Bayırı Otelinden çıktım. Bu benim savaşımdı ve sadece benimle bitmeyecekti, biliyordum. Fakat en azından tarafım belliydi ve dokunulmazdım.
Arabaya bindim ve uzaklaştım oradan.
0 yorum: