Saçlarına bir gecede ak düşüvermiş, bir gecede. Bir gecede ak düşüvermiş saçlarına. O upuzun sapsarı saçları gri oluvermiş. Aralarda güneş ı...

Bitmeyen Yağmurlar


Saçlarına bir gecede ak düşüvermiş, bir gecede. Bir gecede ak düşüvermiş saçlarına. O upuzun sapsarı saçları gri oluvermiş. Aralarda güneş ışıltısına benzer birkaç demet sarı saç geçmiş günün hatırası olarak kalmış. Masmavi gözlerinin sönmüş feri. Şen şakrak bakan gözleri saçları kadar gri, kapalı ve bulutlu bir gökyüzü gibi artık. Kışa dönmüş ruhu, yağmur olmuş oluk oluk akmış, bitmemiş yağmurlar, açmamış güneş, kalakalmış, donakalmış soğuk mu soğuk bir kış gecesinde.
Anlatamadıkları var biliyorum. Anlatamayacakları var hissediyorum. Çay yapmış koydu önüme, yanıbaşımızda çıtır çıtır yanan sobadan ufak korlar atılıyor etrafa, gök kara, ev kara fakat saçları gri işte, gözleri gri. Elleri mi titriyor bardağı tutarken, akıtmadığı gözyaşı mı kalmış gözlerinin çukurunda,  sürekli mi dolu dolu bakar insan? Gözyaşı bürümüşken gözünü insan hayatı nasıl görür? Hafif bulanık ve olabildiğince kekremsi. Anlatacak mı bana gerisini? Tek arkadaşı değil miyim ben ve belki de şimdi tek yakını? Susmalıyım biliyorum, soramam biliyorum. Sobaya biraz daha odun atıyorum, bir bardak daha çay katıyorum bardağıma. Sessizce bekliyorum, yanıbaşına gelip, pencereden dışarıya bakıyorum. Bir anlığına, sadece bir anlığına gördüğüme inanamıyorum, güneş batmadan evvel ya da henüz batmışken kıpkırmızı bİr alev yutmuş gibi yeryüzünü, öylesine kırmızı bir parlaklık, ağaçlarda, yollarda, arabalarda, evlerde ve hemen ardından mosmor kesiliyor herbir yer. Denİz mor, gök mor, siyah mor, mürdüm mor. Kalbim duracak gibi oluyor, ona bakıyorum gördü mü diye. Görmüş besbelli, ıpıslak gözbebeklerinde şaşkınlığı görüyorum, son bir parıltı daha ve başı öne düşüyor tekrardan.
Dayanamadım daha fazla ve sordum artık sormam gerekeni:

-Ne olur anlat bana! Kulağa delice gelse de bilmem lazım sana olanları. Lütfen! Yargılamayacağım, soru sormayacağım, üstelemeyeceğim, sadece anlat.

Baktı gözlerime, bir ölünün bakışları bile daha sıcak olmalı dedim içimden. Buz kesmiş içinde bir yerlerde bir şeyler donmuş, kalmış öylece. Fakat anlattı bana:

-Çok garip değil mi? Mutluluklar ve ömürler inanmayacaksın ama üzüntüler dahi hep gün batımı kadar kısacık bir anda tezahür ediyor. Zamanı uzatan  biziz, lastik gibi çekip bırakıyorız onu. Yazan da biziz, çizen de. Bana ne olduğunun uzun solukta hiçbir anlamı yok belki de tekrar unutacağımdır, bu hayatta olmasa da,  sonsuzlukların birinde, ömürlerden birinde, bu göklerin herhangi birinin altında tekrar görene kadar  dün gece gördüğümü, gömülü kalacak kayıtlı defterlerin birinde. Nasıl söyleyeyim? Nasıl anlatayım? Bu bitmeyen yağmurların bir hikayesi varmış. Öylesine yas tutup, öylesine ağlamıyormuş gökyüzü. Bir öleni varmış, bir kaybı varmış meğer ve onun kaybı zamanımızın daraldığına bir dalalet. Feryat figan bağırmış gökyüzü, ağlamış, sinirlenmiş, gürlemiş ve yağar olmuş sürekli. Yağarken gördüm, kendi gözlerimle gördüm. Bakar olmasaydım keşke gecenin bir yarısında, görür olmasaydım keşke. Tüm kutsal varlıkların teker teker katledilişini gördüm, ataların ruhlarına işkence yapıldığını gördüm, yaka paça sürüklendiklerini gördüm, yağmurlarla beraber yere cansız hallerinin yağışını gördüm, yeryüzünde toprağın en dibine atıldıklarını gördüm, kalelerin zapt edildiğini gördüm, kötü çok kötü güçlerin her yeri ele geçirdiğini gördüm, sürüngene benzer, yılan gibi kıvrım kıvrım dolanan yaratıkların göğü ele geçirdiğini gördüm. Her yere dağıldıklarını gördüm, derin ve belki de binlerce, onbinlerde yıllık bir savaşın bizim göğümüzde de başladığını gördüm. O sırada oldu olan, saatler sonra baktığımda aynaya, tanıyamadım kendimi. Kötülüğe karşı elimdeki tek kozum beyaz saçlarım mı ola? Bu derece garip ve kırılgan bir bedenin içinde elimden ne gelir diye ağladım, ne kadar küçük ve aciz bir yaratığım diye ağladım. Gökle bir oldum ağladım, fakat sonra bir şey oldu, düşen yıldırımla birlikte, minicik küçücük  bir kuvvet hissettim içimde, toprağa düşen ulvi varlıkların tohuma dönüştüğünü ve toprağa yayıldığını hissettim. Fakat sanki toprak bendim, kanımda onlara ait bir şey varmışcasına damarlarımda akışını duyumsadım. Bedenim zayıf mı zayıf olsa da kanımdaki gücün farkına vardım.  Yarınların birinde, ya da çok daha yakın bir vakitte tohumların büyüyüp yüceleşeceğini gördüm gözlerimin arkasıyla,  nasıl görüyorsam geçmişi gözlerimin önüyle, öylece görüp bildim. Saçlarım beyaz ve kanım yüz milyonlarca yıllık, bedenim ise toza küle dönüşecek bir göz açıp kapama süresinde.  Bilginin ufacık bir kısmı ile deli divane oldum ben. Hadi şimdi sen söyle? Ne olacak bana? Ne olacak bize ve onlara? Geçmişi mi gördüm, geleceği mi? Hadi anlat bana! Susma, susma, susma....

Sustum, kalktım yerimden usulca boş bardaklarla beraber, çay koydum, yerime geçtim. Cama vuran yağmurlarla irkiliyordum artık. Kim bilir  neler ve kimler toprağa gömülecek... Kim bilir... Sustum, sustum, sustum. Bir daha konuşabilecek miyim bilmem.

Esindaş

0 yorum:

İLETİŞİM