Evin içindeki tüm lambaları kapattım, pencerelerden sokak lambalarının pis sarı ışığı giriyor, pek garip gölgeler oluşuyor duvarlarda. Gecel...

Katil! Ne Güzel Öldürdün'


Evin içindeki tüm lambaları kapattım, pencerelerden sokak lambalarının pis sarı ışığı giriyor, pek garip gölgeler oluşuyor duvarlarda. Gecelerin gölgeleri ayrı güzeldir gözümde, şekiller amorftur, ayırt edemezsiniz neyin gölgesi oynaşıyor boşlukta, hayal gücünüzü çalıştırmak zorundasınızdır. güneşin çiğ ışığını da hiç sevmem aslında, minik boşluklardan gizemli bir şekilde süzüleneni severim, her yeri aydınlatıp yeryüzünde bana ait hiçbir şey bırakmayanını değil; öyle naif bir şekilde aydınlatmalı ki eşyaları, her baktığımda başka bir şeye dönüşüversinler ve ben alabildiğince büyük bir hülyanın içinde kayboluvereyim. Her ne kadar kendimi gölgelerin arasına alsam da cımcızlak ortada gibi hissetmekten kurtulamıyorum. gerçekler izin verse, rüyalarım izin vermiyor. hayatım boyunca yapamadığım, başaramadığım, pes ettiğim ne varsa rüyalarda gösteriyor yüzünü ve ben pişmanlık nedir bilmezken kendimi yılgın bir çaresizliğin ortasında buluveriyorum; şu yaşıma kadar yaptığım her şeyin yalan yanlış olma ihtimaline karşı savunmasızım. Kendimi savunabileceğim temize çıkarabileceğim hiç bir yol bulamıyorum. Bu yükü bir başkasına yükleyebilmek isterdim ama bu fazlasıyla kısa bir yol olurdu ve her ne kadar akıl sağlığımı geri kazanmamı sağlayacak olsa da, artık bunun için çok geç kaldığımın farkındayım.

Akıl sağlığımı iyileştirmek gibi bir çabam olmayacak bundan sonra, bundan önce çabalamışlığım belki de şu an dizlerime kadar çamura batmışlığımın nedeni. Klinikte bende bir sorun bulamayacaklarına eminim fakat onlar bile benim şu hallerimin nedenini neye bağlayabileceklerini bilmiyorlar. Oysa ki ben biliyorum, kendime karşı derin bir tiksinti duyuyorum; bu Sartre'nin varoluşa karşı duyduğu bulantıdan farklı olarak varoluşa karşı duyulan büyük öfkenin tiksinmeye yol açması gibi bir şey. Ellerime, kollarıma, bacaklarıma ayaklarıma bakıyorum ve üzerlerinde oradan buradan fışkırmış yabani otları, kayısı ağaçlarını, domates fidanlarını görüyorum bazen de sararmış başakları ve onların arasında dolanan zehirli zehirsiz yılanları, arada bir yabani bir hayvanı kolumdan bir ısırık alırken yakalıyorum sonra daha büyüğü üzerime konup ağzında benden kopardığı parçayla beni yiyeni kıskıvrak yakalayıveriyor. Bazı bazı nehirler akıyor bacaklarımda, içinde binbir çeşit balık. Somon balıklarını görüyorum üreyebilmek için akıntıya ters yüzen aptalları, ayılara yem oluyorlar, binlercesi kıyıya vuruyor.

Döngüsel olarak her daim yeniden var olan ve bitmek tükenmek bilmeden geri dönüşüme uğrayan, yılmaz, yıkılmaz, yorulmak nedir bilmez canlılık beni yıldırıyor. Bundan bir kurtuluş arıyorum, söyleyin bana hangi doktor buna çare olabilir. Ölü derilerimin evin içinde yarattığı toz katmanına, yorganların içinde büyüyen ve çoğalan toz sever canlılara, onlar olmadan yaşayamayacağım bakterilere karşı ve en çok da kendime karşı çare olmak istiyorum. Benim deli hallerimle başa çıkamayanın öfkesinin dinmediğini bilmeme rağmen şüpheli çaydan bir kaç yudum daha alıyorum.

Hiçliğe dönüş vol. 1
Geçen gün yürüyüşe sokağa çıktığımda yolun ortasında garip bir kuş gördüm. Turuncumsu kızıl ve çok parlak tüyleri vardı. kuyruğu neredeyse kendisinin iki katıydı. Kanatlarını açtığında kanatlarının bir metre kadar genişleyebildiğini fark ettim ya da kim bilir belki daha fazla ve alev alev yanıyor gibiydiler. Bitmez tükenmez bir alevdi bu çünkü küle dönmüyordu o güzelim kuş. Yanına doğru ilerledim, alevler beni de sarar mı diye bir an bile tereddüt etmedim, doğrusu bu ya alevin en kirliyi bile en temiz yapacağına dair inancım tam ve küle dönmeyi her halükarda cesede dönmeye yeğlerim. Yanına vardım ve öylece kıpırdamadan duran ve neredeyse beni beklediğini varsayacağım güzeller güzeli alev kuşu, beni, kanatlarının üstüne alıp, gökyüzüne doğru, kıvılcımlar içinde havalandı.

Hiçliğe dönüş vol. 2
Çok hızlı uçuyordu, ilk önce nefes alamadığımı fark ederek panikledim, kuşa sesimi duyurabilmek adına bütün gücümle bağırıyordum, uzunca bir aradan sonra bunun nafile olduğunu ve sesimin çıkmadığını fark ettim, fakat bir şekilde nefes alabilmeyi başarmam gerekiyordu. İçime büyük ve derin nefesler çektim. Bu arada çoktan dünyanın atmosferinden çıkmış gibiydik ve teoride asla nefes alamayacağımı biliyordum. Boş yere çırpınışlar da bir işe yaramadı. Nefesim beni terk etti. Cismim de üzerimden bir giysi gibi yavaş yavaş sıyrılıyordu, panik halindeydim. Keşke haber bıraksaydım, minik bir kağıda karalanmış kapkara bir hoşçakal yeterli olmalıydı ya da planlamış mıydı bunu da? Kafamı geride kalanlardan çok çabuk toparladım. Ben dediğim şey artık nesnel bir şey değildi ve yolculuk devam ettikçe geriye ben olduğuma dair bir tek idea kaldığını fark ettim ve bir idea, bir düşünce dahi nesneldi. Karbon yapıtaşlarım tamamen yok olmuş olsa da kendini ben sana idea ile varlığımı devam ettirebiliyordum.

Hiçliğe dönüş vol. 3
Benim ben olduğumu sandırtan şey aynı zamanda yokoluşa karşı korkutuyordu. Yoksa o çayı hiç içmese miydim? Benden nefret ettiğini biliyordum fakat beni öldürmek basit bir nefretin ötesinde bir tutumdu. Bir yandan da garip bir şekilde rahattım alev kuşunun üzerinde, pek derdim kalmamış gibiydi. Yolculuk devam ettikçe düşüncelerimi toplamakta zorluk çekmeye başladım, anılar bulanıklaşıyordu, nereli olduğum, çalıştığım işler, sevdiklerim, anam, babam kardeşimin kim olduğunu ve asıl beni öldüreni hatırlamakta güçlük çekmeye başladım. Sona doğru çocukluğumdan kalan şöyle bir kare kaldı; yemyeşil bir bahçenin ortasında kocaman bir kaplumbağanın üzerine oturmuş bahçeye giren arıktan akan suyu izliyordum ve arada bir beni öldüren kişinin kimliğine giren arıktaki yeşil kurbağa kendi kendine tekerleme mırıldanıyordu:

Ben küçük minik bir tırtıldım
içimden siyah civciv çıktı
algıladığım örüntüler de
zihnimin ötesini açtı.

Esindaş

0 yorum:

İLETİŞİM