10 Aralık
Sonunda karar verip evden dışarı adımımı attım, pek hevesli değildim gerçi, ne denize girmeye ne de güneşle yüzleşmeye fakat günlerdir evden dışarı çıkamamanın verdiği bunaltı daha fazla oturmama engel olmuştu. İçeride bıraktım onu, kendi kendine idare etmeyi biliyordu, hatta belki de günlerce tek başına kalabilirdi eğer ki ben daha kaygısız bir insan olabilseydim ya da daha arkadaş canlısı.
Yavaş yavaş indim yokuştan, benim gibi bir kaç insan da yürüyordu; anneler ve çocukları, mahalleden komşular, sevgililer, yazlıklara gelen misafirler. Bir kaç tanıdığa başımla selam vermek zorunda kaldım göz göze gelince. Hiçbir gruba ait olamamak böyle bir şey işte ya da kendi zihninin içine hapsolmak ya da geride bıraktığınız kişinin zihnine hapsolmak, hem bundan bir dereceye kadar memnun olmamak hem de kaçmak için hiçbir şey yapamamak. Başımı önüme indirdim ve şapkamın kenarları arasına sığındım. Sahil oldukça kalabalıktı. Kayalık ve bolca deniz kestaneli bir yer olduğundan genelde iskelelerden girmeyi tercih ediyordu insanlar fakat ben değil. İlerleyerek kuytu bir kayanın dibinde şans eseri boş yer buldum. Hava çok sıcak değildi ve karşı koylardan gelen tatlı bir esintiyle minik dalgalar eşliğinde sallanıyordu deniz. Çok vakit kaybetmeden atladım denize, harika bir ılıklığı vardı, uzunca bir süre çıkmadım da ta ki rüzgar artana, dalgalar kıyıya çok daha sert vurana kadar.
Aklım bir taraftan da oğlumdaydı. 30 yaşındaydı. Yaşıtları çoktan iş güç sahibi olmuş, evlenmiş yuva kurmuşlardı; tabi bunlar, sözüm ona mutluluk, güvence vermesi beklenen ve bir nevi insanın aslında ne kadar yalnız olduğunu unutturuverecekmiş gibi kurumlaşmasını sağlayan müstesna ve güzide faktörler fakat hayat yapacağını yaparken her türlü güvenceyi, her türlü kurumlaşmayı bir çırpıda söküp atabiliyor.
Hayata karşı insanların gerçekte güvencesi ne olmalı sorusunun cevabı şu yaşıma rağmen hala bende yok ve de dolamayan boşluğu nasıl anlamlaştırabileceğime dair bir ipucu ki o boşluk en çok da o kazadan sonra gözüme görünür olmuştu.
Oğlumu tam olarak anlayabilmemin imkanı yok. Zihninde neler geçiyor, ne düşünüyor bunların hiçbirini bana anlatmadı. Elimde 5 yıl önce bana dedikleri dışında onunla ilgili hiçbir bilgim yok. Bilge kişilerin dediği gibi; "hiçbir şey zamanın hiçbir noktasında sizin olmamıştır, bu bir illüzyondur". Oğlum da bana bir yabancı. Dalgalar gitgide büyüyor, ayaklarıma kadar değmeye başladı su. Bu mevsimde denizi böylesine dalgalı görmeye alışık değilim, şaşırdım biraz, ayağa kalkıp insanları gözlemledim, dalgaların farkımda değillermiş gibi rahat rahat takılıyorlardı, ben de umursamamaya karar verdim.
Aklımın beş yıl öncesinde bu derece takılı olması hepimiz için büyük bir travma olmasıydı ki o travma neticesinde 'hayatta bir şey olmaz' dediğim evliliğim bitti. 27 senelik evliliğim tek kalemde sonlandı. Hayatın vururken iyi, kötü, yalan, yanlış ayırt etmediğini ilk defa o zaman kendi gözlerimle gördüm; aslında herkese eşit mesafeliydi fakat mesafeyi koruyamayanlar insanlardı. Hayatın onların lehine ya da aleyhine olduğuna inananlar, seçilmiş ya da bahtsız olduğunu düşünenler arasında da hayat için bir fark yoktu. Fırtınanın hangi ağacı, hangi aileyi devireceğinin umurunda olmaması gibi.
O gün fırtına bize çarptı. Böylesine bir fırtınayı hiçbir zaman yaşamamıştık aynı zamanda akıl almaz bir yağmur yağıyordu, bardaktan boşanırcasına yağıyor demek dahi yetersiz kalır , bir nevi tufan günüydü. İşte o uğursuz günde oğlum arabayı kullanırken, elinde olmadan gerçekleşen bir kaza neticesinde -ki en ufak suçunun olmadığını raporda uzmanlar belirtmişti- nişanlısını kaybetti. Saatlerce elini bıraktıramamışlar, çok uzun bir süre tek kelime etmedi. Sayısız psikiyatriste gitmemize rağmen kesinlikle kimseyle konuşmuyordu ve eşim evdeki bu ortama daha fazla dayanamayıp çekip gitti. Oğlumla ben başbaşaydım. Aradan haftalar geçti en sonunda oğlum karşıma geçti ve bana o inanmakta zorlandığım hikayeyi böylece anlattı:
-Anne seni bu kadar üzdüğüm için çok çok üzgünüm ve de babam dahi terk etmişken beni ve de seni, senin hala benim için ayakta kalmaya çalışmanı vicdanıma sığdıramıyorum. Fakat artık benden daha başka bir şey beklememen gerekiyor. Aklımın başımda olmadığına inandığını biliyorum; ne yazık ki bu bile o kadar göreceli bir kavram ki,. Akıl zaten nerededir ki? Nefes aldığımız, burun deliklerimizden, ağzımıza dolan havanın akıl olmadığını kim bize ispat edebilir? Aklın bize dışarıdan verilen bir şey olmadığını, tüm korkuların, endişelerin ve kaygıların bize dışarıdan zorla, hayat enerjimizi emmek için verilmediğinin garantisi nerede? Korku ve kaygı ile biçimlendirilip ötesini göremediğimiz zihnimizin içinde hapis yatmadığımızın garantisi ne? Yine de bu hapishaneyi korumak için, oradan çıkmamak için elimizden geleni yapmadığımızın ispatı ne? Öyle bakma anne, delirmişim gibi. Kim daha deli o bile göreceli bir kavram. Fakat daha fazla zorlamayacağım o konuyu. Kazayı merak ettiğinin farkındayım. Hayır düşündüğün gibi gerçekleşmedi, E. yi bedeninden çıkarken gördüm. Garip bir şekilde gülümsüyordu bana ve sonra ne olduysa zihnime girdi. O zamandır beraber yaşıyoruz. Ben onun, gözü, kulağı oldum ve o benim her şeyim. Evet belki de aklımı kaybetmişimdir ama anlattığım gibi; aklım iyi bir şey olduğunu sanmıyorum artık. E. zihnimdeyken gelecek korkumuz yok, yalnız kalma korkumuz yok, ölünce ayrılmak zorunda kalacağımız gibi bir korkumuz da yok. E. nin bana dediğine göre bir sonraki fırtınada burada olmamızın bile gereği kalmayacakmış. Ah anne, keşke inanabilseydin, bu dünyada olunamayacak kadar huzur doluyum. Hayat ve ölüm arasındaki tek farkın istemsizce soluduğumuz akıl olduğunun farkındayım artık ve ondan da kurtulacağız. Tekrardan sessizliğe gömülürsem üzülmeyesin daha fazla. Sen, ben, o, biz, siz ve onlar aklın olup olacağından çok daha büyüğüz ve aklım sınırları dışında yaşamamız gerekir.
Tek kelime etmedi daha sonra ve ben her şeye yabancılaştım, eski dostluklarıma, insanlara ve yeni arkadaşlıklara kendimi bitkilere ve hayvanlara verdim ne düşüneceğimi neye inanacağımı dahi bilemeden, kafamda binlerce cevapsız soruyla dımdızlak kalakaldım hayatın karşısında. O kadar savunmasızım ki her yerden vurabilir.
Beynim zonklarken tüm bu düşüncelerle, diğer taraftan dalgaların üzerime üzerime geldiğinin farkında olamamışım. Fırtına çıkmıştı, sahildeki herkes alelacele kalkmış ötelerini berilerini hızlıca toplamakla meşguldüler. Ben de kalktım ve ne varsa çantaya doldurdum. Eve doğru hızlıca giderken, oğlumun bir sonraki fırtına ile ilgili dedikleri tekrardan geldi aklıma, beynimden vurulmuşa döndüm, koşturmaya başladım bir taraftan hızlıca yağan yağmurla sırılsıklam olmuş diğer taraftan fırtınanın beni bir yerlere savurmaması içine önüme gelen direk ve ağaçlara tutunmaya çalışıyordum.
Eve vardığımda karşımda oğlumu ve beş yıldır ölü olan nişanlısı E.'yi görünce, zaten bir şekilde içten içe biliyor olduğum ve beklediğim fakat olmaması gereken bir olayın gerçekleşiyor olduğunu anlamıştım. Oğlum gidiyordu. İkisi elele tutuşmuş, gülümsüyorlardı bana. Yüzümdeki çarpık gülümsemeyle bakakaldım onlara, kapıya doğru yaklaştılar, son bir kez kafalarını çevirip baktıktan sonra kapıdan geçip gözlerimin önünde yok oldular.
Ve ben öylece kalakaldım.
Esindaş
Sonunda karar verip evden dışarı adımımı attım, pek hevesli değildim gerçi, ne denize girmeye ne de güneşle yüzleşmeye fakat günlerdir evden...
Fırtına
Sonunda karar verip evden dışarı adımımı attım, pek hevesli değildim gerçi, ne denize girmeye ne de güneşle yüzleşmeye fakat günlerdir evden dışarı çıkamamanın verdiği bunaltı daha fazla oturmama engel olmuştu. İçeride bıraktım onu, kendi kendine idare etmeyi biliyordu, hatta belki de günlerce tek başına kalabilirdi eğer ki ben daha kaygısız bir insan olabilseydim ya da daha arkadaş canlısı.
Yavaş yavaş indim yokuştan, benim gibi bir kaç insan da yürüyordu; anneler ve çocukları, mahalleden komşular, sevgililer, yazlıklara gelen misafirler. Bir kaç tanıdığa başımla selam vermek zorunda kaldım göz göze gelince. Hiçbir gruba ait olamamak böyle bir şey işte ya da kendi zihninin içine hapsolmak ya da geride bıraktığınız kişinin zihnine hapsolmak, hem bundan bir dereceye kadar memnun olmamak hem de kaçmak için hiçbir şey yapamamak. Başımı önüme indirdim ve şapkamın kenarları arasına sığındım. Sahil oldukça kalabalıktı. Kayalık ve bolca deniz kestaneli bir yer olduğundan genelde iskelelerden girmeyi tercih ediyordu insanlar fakat ben değil. İlerleyerek kuytu bir kayanın dibinde şans eseri boş yer buldum. Hava çok sıcak değildi ve karşı koylardan gelen tatlı bir esintiyle minik dalgalar eşliğinde sallanıyordu deniz. Çok vakit kaybetmeden atladım denize, harika bir ılıklığı vardı, uzunca bir süre çıkmadım da ta ki rüzgar artana, dalgalar kıyıya çok daha sert vurana kadar.
Aklım bir taraftan da oğlumdaydı. 30 yaşındaydı. Yaşıtları çoktan iş güç sahibi olmuş, evlenmiş yuva kurmuşlardı; tabi bunlar, sözüm ona mutluluk, güvence vermesi beklenen ve bir nevi insanın aslında ne kadar yalnız olduğunu unutturuverecekmiş gibi kurumlaşmasını sağlayan müstesna ve güzide faktörler fakat hayat yapacağını yaparken her türlü güvenceyi, her türlü kurumlaşmayı bir çırpıda söküp atabiliyor.
Hayata karşı insanların gerçekte güvencesi ne olmalı sorusunun cevabı şu yaşıma rağmen hala bende yok ve de dolamayan boşluğu nasıl anlamlaştırabileceğime dair bir ipucu ki o boşluk en çok da o kazadan sonra gözüme görünür olmuştu.
Oğlumu tam olarak anlayabilmemin imkanı yok. Zihninde neler geçiyor, ne düşünüyor bunların hiçbirini bana anlatmadı. Elimde 5 yıl önce bana dedikleri dışında onunla ilgili hiçbir bilgim yok. Bilge kişilerin dediği gibi; "hiçbir şey zamanın hiçbir noktasında sizin olmamıştır, bu bir illüzyondur". Oğlum da bana bir yabancı. Dalgalar gitgide büyüyor, ayaklarıma kadar değmeye başladı su. Bu mevsimde denizi böylesine dalgalı görmeye alışık değilim, şaşırdım biraz, ayağa kalkıp insanları gözlemledim, dalgaların farkımda değillermiş gibi rahat rahat takılıyorlardı, ben de umursamamaya karar verdim.
Aklımın beş yıl öncesinde bu derece takılı olması hepimiz için büyük bir travma olmasıydı ki o travma neticesinde 'hayatta bir şey olmaz' dediğim evliliğim bitti. 27 senelik evliliğim tek kalemde sonlandı. Hayatın vururken iyi, kötü, yalan, yanlış ayırt etmediğini ilk defa o zaman kendi gözlerimle gördüm; aslında herkese eşit mesafeliydi fakat mesafeyi koruyamayanlar insanlardı. Hayatın onların lehine ya da aleyhine olduğuna inananlar, seçilmiş ya da bahtsız olduğunu düşünenler arasında da hayat için bir fark yoktu. Fırtınanın hangi ağacı, hangi aileyi devireceğinin umurunda olmaması gibi.
O gün fırtına bize çarptı. Böylesine bir fırtınayı hiçbir zaman yaşamamıştık aynı zamanda akıl almaz bir yağmur yağıyordu, bardaktan boşanırcasına yağıyor demek dahi yetersiz kalır , bir nevi tufan günüydü. İşte o uğursuz günde oğlum arabayı kullanırken, elinde olmadan gerçekleşen bir kaza neticesinde -ki en ufak suçunun olmadığını raporda uzmanlar belirtmişti- nişanlısını kaybetti. Saatlerce elini bıraktıramamışlar, çok uzun bir süre tek kelime etmedi. Sayısız psikiyatriste gitmemize rağmen kesinlikle kimseyle konuşmuyordu ve eşim evdeki bu ortama daha fazla dayanamayıp çekip gitti. Oğlumla ben başbaşaydım. Aradan haftalar geçti en sonunda oğlum karşıma geçti ve bana o inanmakta zorlandığım hikayeyi böylece anlattı:
-Anne seni bu kadar üzdüğüm için çok çok üzgünüm ve de babam dahi terk etmişken beni ve de seni, senin hala benim için ayakta kalmaya çalışmanı vicdanıma sığdıramıyorum. Fakat artık benden daha başka bir şey beklememen gerekiyor. Aklımın başımda olmadığına inandığını biliyorum; ne yazık ki bu bile o kadar göreceli bir kavram ki,. Akıl zaten nerededir ki? Nefes aldığımız, burun deliklerimizden, ağzımıza dolan havanın akıl olmadığını kim bize ispat edebilir? Aklın bize dışarıdan verilen bir şey olmadığını, tüm korkuların, endişelerin ve kaygıların bize dışarıdan zorla, hayat enerjimizi emmek için verilmediğinin garantisi nerede? Korku ve kaygı ile biçimlendirilip ötesini göremediğimiz zihnimizin içinde hapis yatmadığımızın garantisi ne? Yine de bu hapishaneyi korumak için, oradan çıkmamak için elimizden geleni yapmadığımızın ispatı ne? Öyle bakma anne, delirmişim gibi. Kim daha deli o bile göreceli bir kavram. Fakat daha fazla zorlamayacağım o konuyu. Kazayı merak ettiğinin farkındayım. Hayır düşündüğün gibi gerçekleşmedi, E. yi bedeninden çıkarken gördüm. Garip bir şekilde gülümsüyordu bana ve sonra ne olduysa zihnime girdi. O zamandır beraber yaşıyoruz. Ben onun, gözü, kulağı oldum ve o benim her şeyim. Evet belki de aklımı kaybetmişimdir ama anlattığım gibi; aklım iyi bir şey olduğunu sanmıyorum artık. E. zihnimdeyken gelecek korkumuz yok, yalnız kalma korkumuz yok, ölünce ayrılmak zorunda kalacağımız gibi bir korkumuz da yok. E. nin bana dediğine göre bir sonraki fırtınada burada olmamızın bile gereği kalmayacakmış. Ah anne, keşke inanabilseydin, bu dünyada olunamayacak kadar huzur doluyum. Hayat ve ölüm arasındaki tek farkın istemsizce soluduğumuz akıl olduğunun farkındayım artık ve ondan da kurtulacağız. Tekrardan sessizliğe gömülürsem üzülmeyesin daha fazla. Sen, ben, o, biz, siz ve onlar aklın olup olacağından çok daha büyüğüz ve aklım sınırları dışında yaşamamız gerekir.
Tek kelime etmedi daha sonra ve ben her şeye yabancılaştım, eski dostluklarıma, insanlara ve yeni arkadaşlıklara kendimi bitkilere ve hayvanlara verdim ne düşüneceğimi neye inanacağımı dahi bilemeden, kafamda binlerce cevapsız soruyla dımdızlak kalakaldım hayatın karşısında. O kadar savunmasızım ki her yerden vurabilir.
Beynim zonklarken tüm bu düşüncelerle, diğer taraftan dalgaların üzerime üzerime geldiğinin farkında olamamışım. Fırtına çıkmıştı, sahildeki herkes alelacele kalkmış ötelerini berilerini hızlıca toplamakla meşguldüler. Ben de kalktım ve ne varsa çantaya doldurdum. Eve doğru hızlıca giderken, oğlumun bir sonraki fırtına ile ilgili dedikleri tekrardan geldi aklıma, beynimden vurulmuşa döndüm, koşturmaya başladım bir taraftan hızlıca yağan yağmurla sırılsıklam olmuş diğer taraftan fırtınanın beni bir yerlere savurmaması içine önüme gelen direk ve ağaçlara tutunmaya çalışıyordum.
Eve vardığımda karşımda oğlumu ve beş yıldır ölü olan nişanlısı E.'yi görünce, zaten bir şekilde içten içe biliyor olduğum ve beklediğim fakat olmaması gereken bir olayın gerçekleşiyor olduğunu anlamıştım. Oğlum gidiyordu. İkisi elele tutuşmuş, gülümsüyorlardı bana. Yüzümdeki çarpık gülümsemeyle bakakaldım onlara, kapıya doğru yaklaştılar, son bir kez kafalarını çevirip baktıktan sonra kapıdan geçip gözlerimin önünde yok oldular.
Ve ben öylece kalakaldım.
Esindaş
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum: