"Dolunay yukarıda gümüş bir tepsi gibi pırltılarını saçıyor arka bahçeye. Asma yaprakları uzanıyor dolunaya doğru, renkleri artık yeşil...

Dolunay


"Dolunay yukarıda gümüş bir tepsi gibi pırltılarını saçıyor arka bahçeye. Asma yaprakları uzanıyor dolunaya doğru, renkleri artık yeşil değil, şeffaf bir mavi. Nefes alıp verir gibi yapraklar ve de çoşkuyla yol alıyorlar göğe doğru. Tüylerim diken diken oluyor böyle bir güzelliğin karşısında, korkuyla karışık huşu içindeyim, etraf aydınlık ve hiç ses yok, uzaklarda uluyan köpek havlamaları dışında. Bir şeyler olacakmış gibi bir his usul usul dolanıyor karnımın içinde, aya doğru uzamaya devam ediyor asma yaprakları, dolunay evin içinde artık.

Bu bir rüyaydı yıllar yıllar öncesinden kalma, unutmadım çünkü yazdım bir kenara, kaybetsem de o kağıdı görüntüsü gitmedi hiç gözümün önünden. Çok sonrasında gerçekleşen eski bir rüyanın içindeyim. Kalbim gümlüyor göğüs kafesimi yırtıp dışarı çıkmak ister gibi. Güm güm güm güm. Dallar büyümeye devam ediyor ve ay tüm haşmetiyle yukarıda.

Karnımdaki his geçmiyor, o da aya doğru yönelir gibi. Büyüyor karnım, korkuyorum, engelleyemiyorum, içinde bir şeyler kıpırdıyor, her geçen saatle beraber hızlanıyor büyümesi. Kramp girmeye başlıyor, nefes almakta zorlanıyorum, ellerimle karnımı tutuyorum durması lazım artık bir an önce. Dur yoksa öleceğim diye yalvarıyorum aya, kollarım yukarıda. Bıçak gibi saplanıyor sancı, kimseler yok evde, tek başınayım, ne yapacağımı bilemiyorum. Sancılar artıyor karnımın üzerinde kocaman bir çizik oluşuyor boyuna. Ben sancıdan duramayacak gibiyim artık, ay daha da büyümüş gibi üzerimde, küçüldükçe küçülmüşüm. Ay parlıyor bir an ve karnım yarılıyor, iki tane parlak ışık huzmesi bir kaç saniye tepemde dolandıktan sonra göğe yükseliyor. Ayın çevresinde iki tane yıldız göz kırpıyor bana ve sonra her şey karanlığa gömülüyor.

Yukarıya bakıyorum gökyüzü de aynı. Odalarda dolaşmaya başlıyorum. Yatak odasından gelen daha önce hiç duymadığım bir sesle irkiliyorum. Odaya yöneliyorum. Yatağın üzerinde bir şeyler kımıldar gibi. Korkarak yaklaşıyorum, yatak örtüsünü çekiyorum. Gördüklerimi nasıl anlatsam bilemiyorum. İnsan bebeğine benzer iki bebek yatıyor yatağın üzerinde. İkisinin de rengi neptün kadar mavi, gözleri tenlerinden çok daha koyu bir renk, kopkoyu bir lacivert neredeyse siyaha yakın. Gülümser gibi gözler. Yatağın başucuna oturuyorum ve kalbim huzurla doluyor. Her şey güzel olacak diyorlar bana, ağızları kıpırdamıyor, gözlerindeki sevgiyi görüyorum. Çoban yıldızından gelmişler öyle diyorlar ve onlar gerçek barışı ve gerçek mutluluğu öğreteceklermiş dünyaya. Çok geç değil mi diye soruyorum, hayır tam zamanı diyorlar, içim ferahlar gibi oluyor ama korkuyorum, anlıyorlar korktuğumu ve bir ezgi çınlıyor kulağımda. Çoban yıldızın ezgisi, titreşiyorum ezgiyle beraber. Ezgi içimde yankılanırken gerçeği görüyorum, hayır kalamam burada, siz de barışı getiremezsiniz diyorum onlara, gidelim hemen, ellerini tutuyorum ve yükseliyoruz göklere."

Bir kadın ikiz bebeği ile ölü bulunuyor yatağın üzerinde. Kurşun yağmuruna tutulmuşlar kadının eski kocası tarafından. Onlarsa bize maviliklerden bakıyorlar ve kadın "biliyordum" diyor "biliyordum, burası için artık çok geç"

Esindaş

0 yorum:

İLETİŞİM