09 Aralık
Mezarlığın tam karşısında oturuyorum. Burada doğup burada büyüdüğümden çoğu zaman aklıma bile gelmiyor karşıda bir mezarlık olduğu, pencereden baktığımda tek görebildiğim ulu ağaçlar. Gene de kabul etmem gerekir ki, kışın oldukça korkutucu görüntüleri oluyor. Koca koca ağaçlar, köklerinde yatan insanların gücüyle, topraktan kurtulup evime yürüyüverecekler gibi, aklıma bin türlü korku hikayesi geliyor. Toprağın altında yatanların gerçekten ölü olmadıklarına ilişkin bir yazı okumuştum bir yerlerde, kemik neredeyse insan oradadır cümlesi ile biten metafizik bir yazı, ben bu gerçeği çok oldu öğreneli. Bu evde çok uzun yıllardır yalnız başıma yaşamamın etkisi midir bilmem, benim gerçekliğimin arasında sayısız kurgu var ve ben dahi çoğu zaman kurguları gerçeklikten ayıramıyorum.
Ben 50'li yaşlarımda kaybettim ailemin üyelerini, kardeşlerim kaldı, onlar da benden çok çok uzaktalar, beni garip bulduklarını söylerler, belki de o yüzden baba yadigarı bu köşke uğramaz oldular. Ailemi kaybettiğimden beri tamamen yalnızım, en büyük garipliğim bu yalnızlığım olsa gerek fakat insanlarla arkadaşlık yapabilme şansım yok ne de samimiyetsiz üç beş kelime sarf edebilmek. O bile ağır yük geliyor bana. 65 yaşındayım ve tek bir arkadaşım olmadı şu hayatta, onlar dışında. Oturduğum köşk 3 katlı bir de çatı katı var ki yıllardır uğramadım oraya. Büyük oranla bakımsız ve dökülüyor fakat iç mimarlığı binadaki yaşlılık izlerini bile göze hoş göstertiyor, dekorasyonu ta 1920'lerden kalma, görüp görebileceğiniz her şeyin antika değeri var evin içinde, zaten bu yaştan sonra yeni bir şeyler hayal edip gerçekleştirebilmem imkansız. Evin bahçesini de ayrı seviyorum nedendir bilmem bahçedeki mis kokulu iğde ağacı içimi hüzünle karışık sevgiyle dolduruyor.
Mezarlığı ziyaret etmeyi rutin bir alışkanlık haline getirdim. Ölüler ve ben bu evde içiçe geçmiş haldeyiz ve özellikle geceleri onların hikayelerini duyabiliyorum, kimse hiçbir zaman tam olarak ölemiyor, öldükten sonra dahi zulüm çeken çok var. Zaten düşününce dışarıdan düpedüz deli görünen birinin dostu nasıl olabilir? Son zamanda mezarlığı ziyaret etmeye benimle beraber gelen biri kedi biri köpek iki arkadaşım oldu gerçi, tek tek hepsine gidip dertlerini soruyorum, köpek ve kedi kendi sahiplerinin mezarlarının başında kalıyorlar saatlerce, bazen dinlenmek için sırtımı bir ağaca verdiğimde biri sağ biri sol bacağıma oturuyor, masum kafalarını dayıyorlar dizlerime, bir keresinde bir ölü de katıldı aramıza -sonrasında pek ayrılmadı zaten- evrenin merkezine kayıtsızca oturmuş 4 canlı, hiçbirimiz hala hiçbir sırra vakıf değiliz, ölü neden ölmüş bilmiyor, ben neden canlıyım bilmiyorum. Ölü ve canlı arasındaki farkı dahi bilmiyoruz ne de bundan sonra neler olacağını.
Gerçi ölü adam bana umut veriyor sanki gelecek daha az korkutucu, daha renkli gibi, son baharım olsa da bu bahar ve de deli gibi korksam da galiba aklım kayıyor. 50 yaşında ölmüş, görünür hiçbir hastalığı yokken, bahçesindeki iğde ağacının kokusuyla sarhoş olmuş, denizi izliyormuş ve ölüvermiş. Öldüğünü çok sonra yaşayanlara karşı görünmez olduğunu fark ettiğinde anlamış. Karısını hatırlamıyor, karısını aşırı kıskandığını hatırlıyor ve çok çok güzel bir kadın olduğunu, turkuvaz mavisi gözleri aklında kalmış, "belki de" dedi bana bir gün "belki de içimdeki kıskançlık beni öldürmüştür".
Köşkün içerisinde çok ayna bulundurmuyorum, aynaların canlı ve egzantrik olduklarını düşünüyorum ve de beni nasıl istersem öyle gösterdiklerini. 40 yaşımdan bir yaş daha yaşlı değilim sanki, keşke birilerine sorabilsem kaç yaşında gösterdiğimi, açık kumral ve sırtıma inen saçlarımda da tek bir beyaz yok, gözlerim hala canlı ve parlak turkuvaz mavisi, beni kaygılandıran tek şey boğazımdaki yara, bir türlü kapanmıyor ve açıkçası ne zaman olduğunu da hatırlayamıyorum.
Salondaki tek bir aynanın karşısından ayrılmaz oldum son zamanlarda. Yanılmıyorsam bunun adı aşk ve beni affedin ama bu yaşımda aşık olmak benim için bir nimet sanki. Yaşamı boyunca karısından başka kimseyi sevebileceğine inanmamış ve şimdi beni seviyor, ben de onu çok seviyorum, bir ölü ve bir canlı nasıl olur bilmem ama hazırız yeni ve umut dolu hayatımıza.
Ben bu kadar mutluyken boğazımdaki yara içime korku salıyor. Kanamaya başladı son zamanlarda, bir gece O'nun yanındayken oluk oluk kanadı, nasıl durduracağımızı bilemedik kanı ve gene bir gündüz, bahçedeki iğde ağaçlarının altında, kan boynumdan ayaklarıma kadar indi ve minik bir kan havuzu oluştu ayaklarımın altında. Kucakladı beni, bilinmez bir yaradan ölmek üzereyim galiba, öptü öptü, ben nasıl yaptım bunu diyerek sarıldı bana sıkıca, acı yok artık, sımsıkı sarılışını duyumsuyorum sadece, gözlerim kapanıyor, beni sessizce yere bırakıyor öldüğümü düşünüyor olsa gerek fakat ölmedim henüz, deniz masmavi gözlerim kapanmadan son kez bakıyorum ve bir çığlıkla yığılıyor kocam yanıma.
Hatırladım fakat emin olun ölüler de sever. Bir daha ölmeyeceğimize göre sevgimiz sonsuz.
Esindaş
Mezarlığın tam karşısında oturuyorum. Burada doğup burada büyüdüğümden çoğu zaman aklıma bile gelmiyor karşıda bir mezarlık olduğu, pencered...
Boğazımdaki Yara
Mezarlığın tam karşısında oturuyorum. Burada doğup burada büyüdüğümden çoğu zaman aklıma bile gelmiyor karşıda bir mezarlık olduğu, pencereden baktığımda tek görebildiğim ulu ağaçlar. Gene de kabul etmem gerekir ki, kışın oldukça korkutucu görüntüleri oluyor. Koca koca ağaçlar, köklerinde yatan insanların gücüyle, topraktan kurtulup evime yürüyüverecekler gibi, aklıma bin türlü korku hikayesi geliyor. Toprağın altında yatanların gerçekten ölü olmadıklarına ilişkin bir yazı okumuştum bir yerlerde, kemik neredeyse insan oradadır cümlesi ile biten metafizik bir yazı, ben bu gerçeği çok oldu öğreneli. Bu evde çok uzun yıllardır yalnız başıma yaşamamın etkisi midir bilmem, benim gerçekliğimin arasında sayısız kurgu var ve ben dahi çoğu zaman kurguları gerçeklikten ayıramıyorum.
Ben 50'li yaşlarımda kaybettim ailemin üyelerini, kardeşlerim kaldı, onlar da benden çok çok uzaktalar, beni garip bulduklarını söylerler, belki de o yüzden baba yadigarı bu köşke uğramaz oldular. Ailemi kaybettiğimden beri tamamen yalnızım, en büyük garipliğim bu yalnızlığım olsa gerek fakat insanlarla arkadaşlık yapabilme şansım yok ne de samimiyetsiz üç beş kelime sarf edebilmek. O bile ağır yük geliyor bana. 65 yaşındayım ve tek bir arkadaşım olmadı şu hayatta, onlar dışında. Oturduğum köşk 3 katlı bir de çatı katı var ki yıllardır uğramadım oraya. Büyük oranla bakımsız ve dökülüyor fakat iç mimarlığı binadaki yaşlılık izlerini bile göze hoş göstertiyor, dekorasyonu ta 1920'lerden kalma, görüp görebileceğiniz her şeyin antika değeri var evin içinde, zaten bu yaştan sonra yeni bir şeyler hayal edip gerçekleştirebilmem imkansız. Evin bahçesini de ayrı seviyorum nedendir bilmem bahçedeki mis kokulu iğde ağacı içimi hüzünle karışık sevgiyle dolduruyor.
Mezarlığı ziyaret etmeyi rutin bir alışkanlık haline getirdim. Ölüler ve ben bu evde içiçe geçmiş haldeyiz ve özellikle geceleri onların hikayelerini duyabiliyorum, kimse hiçbir zaman tam olarak ölemiyor, öldükten sonra dahi zulüm çeken çok var. Zaten düşününce dışarıdan düpedüz deli görünen birinin dostu nasıl olabilir? Son zamanda mezarlığı ziyaret etmeye benimle beraber gelen biri kedi biri köpek iki arkadaşım oldu gerçi, tek tek hepsine gidip dertlerini soruyorum, köpek ve kedi kendi sahiplerinin mezarlarının başında kalıyorlar saatlerce, bazen dinlenmek için sırtımı bir ağaca verdiğimde biri sağ biri sol bacağıma oturuyor, masum kafalarını dayıyorlar dizlerime, bir keresinde bir ölü de katıldı aramıza -sonrasında pek ayrılmadı zaten- evrenin merkezine kayıtsızca oturmuş 4 canlı, hiçbirimiz hala hiçbir sırra vakıf değiliz, ölü neden ölmüş bilmiyor, ben neden canlıyım bilmiyorum. Ölü ve canlı arasındaki farkı dahi bilmiyoruz ne de bundan sonra neler olacağını.
Gerçi ölü adam bana umut veriyor sanki gelecek daha az korkutucu, daha renkli gibi, son baharım olsa da bu bahar ve de deli gibi korksam da galiba aklım kayıyor. 50 yaşında ölmüş, görünür hiçbir hastalığı yokken, bahçesindeki iğde ağacının kokusuyla sarhoş olmuş, denizi izliyormuş ve ölüvermiş. Öldüğünü çok sonra yaşayanlara karşı görünmez olduğunu fark ettiğinde anlamış. Karısını hatırlamıyor, karısını aşırı kıskandığını hatırlıyor ve çok çok güzel bir kadın olduğunu, turkuvaz mavisi gözleri aklında kalmış, "belki de" dedi bana bir gün "belki de içimdeki kıskançlık beni öldürmüştür".
Köşkün içerisinde çok ayna bulundurmuyorum, aynaların canlı ve egzantrik olduklarını düşünüyorum ve de beni nasıl istersem öyle gösterdiklerini. 40 yaşımdan bir yaş daha yaşlı değilim sanki, keşke birilerine sorabilsem kaç yaşında gösterdiğimi, açık kumral ve sırtıma inen saçlarımda da tek bir beyaz yok, gözlerim hala canlı ve parlak turkuvaz mavisi, beni kaygılandıran tek şey boğazımdaki yara, bir türlü kapanmıyor ve açıkçası ne zaman olduğunu da hatırlayamıyorum.
Salondaki tek bir aynanın karşısından ayrılmaz oldum son zamanlarda. Yanılmıyorsam bunun adı aşk ve beni affedin ama bu yaşımda aşık olmak benim için bir nimet sanki. Yaşamı boyunca karısından başka kimseyi sevebileceğine inanmamış ve şimdi beni seviyor, ben de onu çok seviyorum, bir ölü ve bir canlı nasıl olur bilmem ama hazırız yeni ve umut dolu hayatımıza.
Ben bu kadar mutluyken boğazımdaki yara içime korku salıyor. Kanamaya başladı son zamanlarda, bir gece O'nun yanındayken oluk oluk kanadı, nasıl durduracağımızı bilemedik kanı ve gene bir gündüz, bahçedeki iğde ağaçlarının altında, kan boynumdan ayaklarıma kadar indi ve minik bir kan havuzu oluştu ayaklarımın altında. Kucakladı beni, bilinmez bir yaradan ölmek üzereyim galiba, öptü öptü, ben nasıl yaptım bunu diyerek sarıldı bana sıkıca, acı yok artık, sımsıkı sarılışını duyumsuyorum sadece, gözlerim kapanıyor, beni sessizce yere bırakıyor öldüğümü düşünüyor olsa gerek fakat ölmedim henüz, deniz masmavi gözlerim kapanmadan son kez bakıyorum ve bir çığlıkla yığılıyor kocam yanıma.
Hatırladım fakat emin olun ölüler de sever. Bir daha ölmeyeceğimize göre sevgimiz sonsuz.
Esindaş
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum: