Hayatın ne zaman nereden vuracağını hiçbir zaman bilemezsiniz, işte size en bariz ve tek gerçek eğer ki bir şeylere tutunacaksanız, öngörüle...

Böğürtlenler


Hayatın ne zaman nereden vuracağını hiçbir zaman bilemezsiniz, işte size en bariz ve tek gerçek eğer ki bir şeylere tutunacaksanız, öngörülemezliğine tutunun, bilinmezliğe tutunun. şimdiye kadar çoktan görmüş ve şu an görüyor olduğunuz size, görecek olduğunuza dair ne bir ipucu sunuyor ne de bir adım yaklaşabiliyorsunuz ona.

-Böğürtlenleri çok severim E. abla. En sevdiğim meyve neredeyse, bir de sulu ve kıpkırmızı kirazları çok severim. Dut da var elbet, şeker gibi tatlı olanları, kırmızı, beyaz fark etmez ama işte E. abla dedim ya, böğürtlenler en sevdiğim. Belki yeterince toplarsak annem pasta yapar bize öyle değil mi? Hani çok güzel kremalı pasta yapıyor ya ondan, en üstüne çikolatalı sosundan döktüğünde biz de teker teker koyarız topladığımız böğürtlenlerden. Hadi anlaşalım yemeyelim daha, olmaz mı?

Böğürtlen mevsimindeyiz ve yılın en sevdiğim zamanındayız, hava kapalı ve serin. Böğürtlenleri 29 eylülden önce toplamamız gerektiğine dair batıl bir inançla eylülün ortasında başladık toplamaya. Topladığımız kadarını toplayacağız şu iki hafta şeytanlar tükürene kadar üzerlerine. Teker teker, dünyanın en narin şeyiymişcesine nazikçe koparıyoruz. Hemen yanıbaşımızda minicik bir dere var ve tanıdığım herkeslerden daha yaşlı ve bilgin zeytin ağaçları insanlığın tarihini yazmaya devam ediyorlar. Eylülün başından beri yağan yağmurlarla bütün yaz kuru olan dere akıyor bugünlerde. Böğürtlen çalıları kuşburnu çalıları ile karışmış durumda. Biraz zorlansak da hoşumuza gidiyor, minicik sulu mor meyvelerini koparmak. Yeteri kadar kopardığımızda çimenlerin üzerine yanımızda getirdiğimiz örtüyü seriyoruz, sepettekileri koyuyoruz üzerine, mükellef şeyler gözümüzde; termos içinde çay, sütlü simitler, peynir, siyah zeytin, bal, chery ve cevizler. Sevgiyle bakıyorum Ay'a, kardeşime, ne kadar mutlu diye geçiriyorum içimden, bir yandan da telaşlıyım, yağmur yağacak gibi, ıslanır üşütürse kendimi hiç affetmem, kalın giydirdim gerçi, ayacıklarında botlar, üstünde yağmurluğu da var. Ne kadar mutlu Tanrım, izin ver. Bana bakıyor Ay, endişelerim yüzüme yansımış olmalı, soru sorar gibi dikti iri kapkara gözlerini, uzun kirpiklerini kırpıştırarak konuşuyor şimdi:

-E. abla hadi ama bozma ki neşemizi, tatlı tatlı oturuyoruz mükellef bir sofrada ağaçların altında. Geçen bir rüya gördüm, tıpkı burası gibi bir yerde tıpkı böyle bir piknik yapıyorduk, her şey çok güzeldi, ikimiz de çok mutluyduk. Bir kuş kondu soframıza, değişik rengarenk bir kuştu, gagası turuncu, tüyleri gökkuşağı gibi, yedi getirdiklerimizi, arkadaşlarını da çağırdı, üşüştüler başımıza sofrada ne var ne yok her şeyi tükettiler. Ben hiç korkmadım E. abla, çok sevdim o kuşları. Doyduklarında gökyüzüne doğru bir zincir oluşturdular ve sarı, mor, yeşil, turuncu, kırmızı, mavi merdiven basamaklarına dönüştüler ve ben içime dolan değişik bir sevinçle ya da ne bileyim bir çeşit aydınlanma ile çıktım o merdivenlere, sen aşağıda kaldın, ben çıktıkça sımsıkı tuttuğun elim ayrıldı senden, çıkmaya çalıştın fakat bir şeyler seni geri tuttu, kaldın aşağıda, ben yükseldikçe yükseldim. Neden gözlerin doldu abla? Çok çok güzel bir rüyaydı, kederlere gömülecek bir şey yok ki bunda. Fakat neyse neyse, ne düşündüm biliyor musun? Pastanın kremasını ben yapayım bu sefer ne dersin? Değişik bir tarif deneyeceğim. Bayılacaksınız biliyorum.

Daha fazla ağlamadan sildim gözlerimi. Bu sevimli çocuk böyle yapıyordu işte insanı, şaşkın, ağlak ve hüzünlü. Sanki asırlardır yaşamış bir zeytin ağacı gibi her şeyi biliyordu ve gene o zeytin ağacı gibi gövdesi kalbini taşıyamıyordu. Bu kadar sevgi dolu bir insan için insan bedeni ne derece acı verebilir onda görüyordum. Çok cılızdı Ay, çok çabuk hastalanır, yataklara düşerdi."Hiç halim yok Abla" derdi, "parmaklarımı kıpırdatamıyorum ama her şey çok güzel biliyor musun, halsizlikten bedenimi daha fazla hissetmediğimde, çok mutlu oluyorum, karanlıklardan sıyrılıyormuş gibi, göklere , yükseliyormuş gibi oluyorum". Aramızda çok kalamayacağını bir şekilde biliyordum, topraktan olmamalıydı o, uçuşan bir madde olmalıydı onun bedeni, toprak ağır, toprak bozar, toprak çürütür, onun kadar saf, büyük ve koca bir kalbi toprak taşıyamaz.

Yağmur birden bastırdı, sofrayı nasıl hızla topladım anlatamam. Minik cılız bedeni kucakladım Ay'ın, göğsüme bastırdım, üzerimdeki naylon yağmurlukla başını örttüm, koşturdum, 10 dakikalık yol 1 saat sürdü neredeyse, Yağmur yağdıkça ben ağlıyordum, içimde çok kötü bir his vardı, daralıyordum, hayır diyordum benim yüzümden olmamalı, koşuyordum ve ağlıyordum, çok mu geç yoksa?

Eve vardım, hemen çıkardım üstündekileri Ay'ın, şömineyi yaktım, üzerine bi havlu vererek oturttum onu. Annem bir odaya kapatmış kendini, çıkmadı bile, aklı başında değil ne zamandır fakat Ay'dan sakladım bunu, içten içe bunu biliyor ufaklık gene de annesini bir şeyler yaparken hayal etmekten hiç alıkoyamıyor kendisi, her şeyi ben yapıyorum ona. O çok sevdiği pastaları da kremaları da. Ay benim her şeyim, nasıl anlatsam bilmiyorum fakat hayatım onunkine bağlıymışcasına düşkünüm ona ve sırf bu yüzden kendime bir hayat kuramadım ve böylece annem rahat bir şekilde delirebildi sorumsuzca.

Titremesi geçti gibi fakat o kadar korkuyorum ki, rüyası da çok korkuttu beni. Bu yağmurdan dolayı bir şey olursa affedemem kendimi.

Şöminenin karşısında yanına doğru düştü Ay, kucakladım onu, yatağına taşıdım, alevler içinde yanıyordu. Yatağın başucunda elini tuttum Ay'ın, gitme Ay, gitme, yalvarırım gitme. elini sımsıkı tutarsam gidişini engelleyebilecekmişim gibi daha sıkı, sımsıkı tuttum onu. Açtı bir ara gözlerini, gülümsemeye çalıştı; "kuşlar abla, kuşlar, daha fazla duramam, çok ağır, taşıyamam bedenimi, kanat takıyorlar bana, uçacağız beraber." İki tane gölge belirdi Ay'ın omuzlarında, iki koca kanat, uçacak Ay'ım biliyorum, ya ben ne yaparım bilmiyorum. "İzin ver abla ve sakın üzülme" dedi Ay son kez ve kucağımda verdi son nefesini. Binbir tane gölge doldu eve, kanat çırpan gölgeler ve taşıdılar ayı.

Başka bir gezegenin ona ihtiyacı var biliyorum öyle bir koca yürek bu dünyaya fazla gelir. Barındırmazlardı onu, sevgiyi, nazikliği, kırılganlığı.

Böğürtlenleri çok severdi kardeşim beni ve zeytin ağaçlarını da, pasta kremasını da, bu dünyada görüp göreceği de onlar oldu.

Esindaş

0 yorum:

İLETİŞİM