09 Aralık
Öğrencilik yıllarımdı. Küçük bir sahil kasabasından, denizinden, balığından, güneşinden, yeşilinden, pembe panjurlu evinden ayrılıp bu koca, çirkin ve kirli şehire gelmişim, içimde büyük bir sevinçle ki şunun şurasında bir kaç yıl içerisinde başıma geleceklerden haberim bile yok. Saf ve naif bir şey benimkisi, meraktan doğan bir neşe. Tabi yıllar yıllar sonra herkesin koca şehri bırakıp benim doğup büyüdüğüm kasabaya göçmek isteyeceklerinden de bihaberim.
Ailem beni nereye bırakacaklarını uzun uzun araştırmak zorunda kaldı, ne bir akraba ne de bir tanıdık vardı. En sonunda uzak bir akrabanın tanıdığının tanıdığı vasıtasıyla G. hanım ile tanıştık. Onu ilk gördüğümde gözlerimin faltaşı gibi açıldığını hatırlıyorum; üzerinde siyah tül bir elbise vardı, sarı saçları yer yer grileşmiş omuzlarına dökülüyordu, gözleri masmaviydi ve bana baktığında ruhumun içini görebildiğimi sandım. Sanırım görüp göreceğim en haşmetli kadındı. Bize üzerinde mavi tavuskuşu figürü olan incecik porselenleriyle çay ikram etti ve üniversite boyunca seve seve beni ağırlayabileceğini söyledi aileme. Zaten tek başına yaşıyormuş ve yalnızlık ona zor gelmeye başlamış, bu onun için de iyi olacakmış. Bunları anlatırken ben evin içerisine dikkat kesilmiştim. Eşyaların hepsi antikaydı. Kalın kadife bordo renkli perdeler yarı kapalıydı ve evin içerisinde gündüz vakti olmasına rağmen güzel bir loşluk hakimdi. Yerdeki halı antika bir iran halısı olmalıydı. Modern tarzda tek bir eşya bile yoktu ve ben klasik bir rus romanından fırlamış gibi duran bu eve daha yerleşmeden bağlanmış gibiydim.
Ailem beni yerleştirip geri döndü.Sonbahardı, dersler başlamıştı, yeni insanlarla tanışmak, dersler, hocalar derken büyük bir curcunanın içinde gibiydim. G. Hanımla evin içinde çok sık karşılaşmıyorduk, benim kendi odam ve banyom vardı. Yemek ve temizlik işlerini günlük olarak eve gelen A. abla hallediyordu ve benim için inanılmaz bir rahatlıktı. Dolap her zaman dolu ve ev her daim temizdi.
İlk aylar yoğunluktan G. hanımı çok gözlemleyememiştim. Sonradan onda bir takıım gariplikler fark etmeye başladım; eve A. abladan başka gelen giden kimse olmazdı, dışarıya çıktığını ise hiç görmedim. Ekseriyatla kendisini odasına kapatıyor, odada olmadığı zamanlarda ise kapıyı sürekli kilitli tutuyordu. Bazen mutfakta ya da koridorda karşılaşırdık, çok dalgın ve hüzünlü bakardı gözleri, hatta bir keresinde "taşların yerine oturduğu ve duvarda yazılı olanların silinemeyeceği ile ilgili bana göre birbiri ile bağlantısız gelen kopuk cümleler kurduğunu duydum, yanımdan bir hayalet gibi geçerken.
Artık okula iyice alışmıştım, gayet güzel arkadaşlıklarım vardı ve neredeyse şehri sever gibi olmuştum. İlgi alanlarımın çokluğuna rağmen G. hanımın garipliklerini gözlemlemeyi bırakmadım, Siyah giymekten hiç vazgeçmez gibiydi, uzun, kolları dantel, çoğunlukla saten elbiseler.Salonda karşılaştığımız o günü hiç unutmayacağım. Beni göründe gözlerinde minik bir kıvılcım çakar gibi oldu. Elini uzatarak elimi tuttu ve karşılıklı iki berjere geçip oturduk, güneş batıyordu ve içerisi her zamankinden daha loştu, A, ablaya seslenerek çay istedi ve konuşmaya başladı:
-Böyle birdenbire bunları konuşmamı garip bulacaksın biliyorum. Her ne kadar aramızda bir iletişim yok gibi gelse de sana, bilincinin dışında bir yerlerde sürekli konuşuyoruz seninle ve her ikimiz de tuğla üstüne tuğla koyarak gelecek olayların yıkıcı etkisinden korumaya çalışıyoruz içinde bulunduğumuz toplumu ve bunu gerçek üstü düzeyde yapıyoruz; sen fark etmeden, ben bilinçli olarak.
Burada sustu, çayından bir yudum alarak bana gözlerini dikti. Ben ne tepki verebileceğimi bilemiyordum açıkcası, hatta öyle ki ciddiye alıp almamak konusundan bile emin değildim. O konuşmaya gayet ciddi devam etti:
- Sen ve ben kimiz merak etmişsindir; biz yazıcılarız, bizim yazdıklarımızla gerçeklik örülür. Yazdığımız her kelime bir tuğladır ve biz ağları öreriz.Diğer taraftan ağları kötülük için ören yazıcılar da var ve onlar sayıca çok fazla. İleride dediklerim mana kazanacak ve diğerleri ile de tanışacaksın. Şu anki durumumuzda olaylar alehyimize gibi durmakta. Bunun tek nedeni; iyilerin karamsarlığa düşüp inançlarını kaybetmeleri ve birbirlerini tanımadıkları için kendilerinin sayıca az olduklarına inanmaları. Oysa ki kesilen her ağaçla, eziyet çeken her hayvanla, atılan her betonla, kırılan her kemikle ve kalple, kadının ve erkeğin başına gelen her haksızlıkla beraber sele dönen gözyaşları onların. O sel ki tüm kötülüğü arındırma gücüne sahip. Haberleri yok, bilmiyorlar, kanatları kırılmış melekler gibiler. Birden sustu gene. O anlatırken ses tonunun etkisi mi ya da anlattıklarının bende yarattığı etkiden midir bilmem, ellerimin titremesine engel olamıyordum, buz kesilmiştim. Çayımdan içmeye çalıştım. Titrediğimi farkeden G. hanım üzerime bir battaniye vererek kaldığı yerden sürdürdü:
- Dediklerimi daha sonra çok daha net idrak edebileceksin. Bu kadar yoğun bilgiyi şimdi veriyorum çünkü sürem azaldı. Bundan sonra yazdıklarımı sen devam ettireceksin. İnsanlığa gerçekleri gerçek üstü bir anlatımla subliminal düzeyde vereceksin.Anlattığın basit ve gündelik hikayeler de olsa, içerisindeki asıl gerçeği göreceklerdir. Sakın umutsuzluğa kapılma. Sel olacaksınız, belki koca bir deprem, bir fırtına ya da korkunç sesli bir şimşek ve arındıracaksınız kötülüğü. Dediklerim hem mecazi hem de gerçek. Anlayacaksın. İyilik kısa vadede kazanmıyor gibi görünecektir fakat uzun vadede alt edecektir elbet.
Konuşurken yorulduğu apaçık ortadaydı, sık nefes alıp veriyordu. Ben daha sakindim ve nedense daha iyi hissetmeye başlamıştım. Dinlenmem gerekiyor diyerek elimi sıkıca tuttu ve odasına yöneldi.
İki hafta sonra öldü. Tek mirasçı benim. Bu koca şehirde kaldım ve geri dönemiyorum, omuzlarımdaki görünmez yük beni bu eve bağlıyor, arkadaşlarımla bağımı koparmak zorunda kaldım ve bu bir gelenek midir bilmem artık sadece siyah giyiyorum. Onun odasına taşındım ve yazdığı herşeyi okudum. Yazdığı hikayelerin bazıları gerçekleşmiş, bazıları gerçekleşememiş fakat ölene kadar pes etmediği aşikar. Yeni yazıcı benim, kim olduğumu biliyorum ve kanatlarımın neden kırıldığını da, bildiklerimi, yaşatacaklarımızı ve yaşadıklarımızı anlatacağım size. Tüm bu karışık yazılanlardan parlayan cevheri çıkarmak boynunuzun borcu olsun.
Esindaş
Öğrencilik yıllarımdı. Küçük bir sahil kasabasından, denizinden, balığından, güneşinden, yeşilinden, pembe panjurlu evinden ayrılıp bu koca,...
Benim Hikayem
Öğrencilik yıllarımdı. Küçük bir sahil kasabasından, denizinden, balığından, güneşinden, yeşilinden, pembe panjurlu evinden ayrılıp bu koca, çirkin ve kirli şehire gelmişim, içimde büyük bir sevinçle ki şunun şurasında bir kaç yıl içerisinde başıma geleceklerden haberim bile yok. Saf ve naif bir şey benimkisi, meraktan doğan bir neşe. Tabi yıllar yıllar sonra herkesin koca şehri bırakıp benim doğup büyüdüğüm kasabaya göçmek isteyeceklerinden de bihaberim.
Ailem beni nereye bırakacaklarını uzun uzun araştırmak zorunda kaldı, ne bir akraba ne de bir tanıdık vardı. En sonunda uzak bir akrabanın tanıdığının tanıdığı vasıtasıyla G. hanım ile tanıştık. Onu ilk gördüğümde gözlerimin faltaşı gibi açıldığını hatırlıyorum; üzerinde siyah tül bir elbise vardı, sarı saçları yer yer grileşmiş omuzlarına dökülüyordu, gözleri masmaviydi ve bana baktığında ruhumun içini görebildiğimi sandım. Sanırım görüp göreceğim en haşmetli kadındı. Bize üzerinde mavi tavuskuşu figürü olan incecik porselenleriyle çay ikram etti ve üniversite boyunca seve seve beni ağırlayabileceğini söyledi aileme. Zaten tek başına yaşıyormuş ve yalnızlık ona zor gelmeye başlamış, bu onun için de iyi olacakmış. Bunları anlatırken ben evin içerisine dikkat kesilmiştim. Eşyaların hepsi antikaydı. Kalın kadife bordo renkli perdeler yarı kapalıydı ve evin içerisinde gündüz vakti olmasına rağmen güzel bir loşluk hakimdi. Yerdeki halı antika bir iran halısı olmalıydı. Modern tarzda tek bir eşya bile yoktu ve ben klasik bir rus romanından fırlamış gibi duran bu eve daha yerleşmeden bağlanmış gibiydim.
Ailem beni yerleştirip geri döndü.Sonbahardı, dersler başlamıştı, yeni insanlarla tanışmak, dersler, hocalar derken büyük bir curcunanın içinde gibiydim. G. Hanımla evin içinde çok sık karşılaşmıyorduk, benim kendi odam ve banyom vardı. Yemek ve temizlik işlerini günlük olarak eve gelen A. abla hallediyordu ve benim için inanılmaz bir rahatlıktı. Dolap her zaman dolu ve ev her daim temizdi.
İlk aylar yoğunluktan G. hanımı çok gözlemleyememiştim. Sonradan onda bir takıım gariplikler fark etmeye başladım; eve A. abladan başka gelen giden kimse olmazdı, dışarıya çıktığını ise hiç görmedim. Ekseriyatla kendisini odasına kapatıyor, odada olmadığı zamanlarda ise kapıyı sürekli kilitli tutuyordu. Bazen mutfakta ya da koridorda karşılaşırdık, çok dalgın ve hüzünlü bakardı gözleri, hatta bir keresinde "taşların yerine oturduğu ve duvarda yazılı olanların silinemeyeceği ile ilgili bana göre birbiri ile bağlantısız gelen kopuk cümleler kurduğunu duydum, yanımdan bir hayalet gibi geçerken.
Artık okula iyice alışmıştım, gayet güzel arkadaşlıklarım vardı ve neredeyse şehri sever gibi olmuştum. İlgi alanlarımın çokluğuna rağmen G. hanımın garipliklerini gözlemlemeyi bırakmadım, Siyah giymekten hiç vazgeçmez gibiydi, uzun, kolları dantel, çoğunlukla saten elbiseler.Salonda karşılaştığımız o günü hiç unutmayacağım. Beni göründe gözlerinde minik bir kıvılcım çakar gibi oldu. Elini uzatarak elimi tuttu ve karşılıklı iki berjere geçip oturduk, güneş batıyordu ve içerisi her zamankinden daha loştu, A, ablaya seslenerek çay istedi ve konuşmaya başladı:
-Böyle birdenbire bunları konuşmamı garip bulacaksın biliyorum. Her ne kadar aramızda bir iletişim yok gibi gelse de sana, bilincinin dışında bir yerlerde sürekli konuşuyoruz seninle ve her ikimiz de tuğla üstüne tuğla koyarak gelecek olayların yıkıcı etkisinden korumaya çalışıyoruz içinde bulunduğumuz toplumu ve bunu gerçek üstü düzeyde yapıyoruz; sen fark etmeden, ben bilinçli olarak.
Burada sustu, çayından bir yudum alarak bana gözlerini dikti. Ben ne tepki verebileceğimi bilemiyordum açıkcası, hatta öyle ki ciddiye alıp almamak konusundan bile emin değildim. O konuşmaya gayet ciddi devam etti:
- Sen ve ben kimiz merak etmişsindir; biz yazıcılarız, bizim yazdıklarımızla gerçeklik örülür. Yazdığımız her kelime bir tuğladır ve biz ağları öreriz.Diğer taraftan ağları kötülük için ören yazıcılar da var ve onlar sayıca çok fazla. İleride dediklerim mana kazanacak ve diğerleri ile de tanışacaksın. Şu anki durumumuzda olaylar alehyimize gibi durmakta. Bunun tek nedeni; iyilerin karamsarlığa düşüp inançlarını kaybetmeleri ve birbirlerini tanımadıkları için kendilerinin sayıca az olduklarına inanmaları. Oysa ki kesilen her ağaçla, eziyet çeken her hayvanla, atılan her betonla, kırılan her kemikle ve kalple, kadının ve erkeğin başına gelen her haksızlıkla beraber sele dönen gözyaşları onların. O sel ki tüm kötülüğü arındırma gücüne sahip. Haberleri yok, bilmiyorlar, kanatları kırılmış melekler gibiler. Birden sustu gene. O anlatırken ses tonunun etkisi mi ya da anlattıklarının bende yarattığı etkiden midir bilmem, ellerimin titremesine engel olamıyordum, buz kesilmiştim. Çayımdan içmeye çalıştım. Titrediğimi farkeden G. hanım üzerime bir battaniye vererek kaldığı yerden sürdürdü:
- Dediklerimi daha sonra çok daha net idrak edebileceksin. Bu kadar yoğun bilgiyi şimdi veriyorum çünkü sürem azaldı. Bundan sonra yazdıklarımı sen devam ettireceksin. İnsanlığa gerçekleri gerçek üstü bir anlatımla subliminal düzeyde vereceksin.Anlattığın basit ve gündelik hikayeler de olsa, içerisindeki asıl gerçeği göreceklerdir. Sakın umutsuzluğa kapılma. Sel olacaksınız, belki koca bir deprem, bir fırtına ya da korkunç sesli bir şimşek ve arındıracaksınız kötülüğü. Dediklerim hem mecazi hem de gerçek. Anlayacaksın. İyilik kısa vadede kazanmıyor gibi görünecektir fakat uzun vadede alt edecektir elbet.
Konuşurken yorulduğu apaçık ortadaydı, sık nefes alıp veriyordu. Ben daha sakindim ve nedense daha iyi hissetmeye başlamıştım. Dinlenmem gerekiyor diyerek elimi sıkıca tuttu ve odasına yöneldi.
İki hafta sonra öldü. Tek mirasçı benim. Bu koca şehirde kaldım ve geri dönemiyorum, omuzlarımdaki görünmez yük beni bu eve bağlıyor, arkadaşlarımla bağımı koparmak zorunda kaldım ve bu bir gelenek midir bilmem artık sadece siyah giyiyorum. Onun odasına taşındım ve yazdığı herşeyi okudum. Yazdığı hikayelerin bazıları gerçekleşmiş, bazıları gerçekleşememiş fakat ölene kadar pes etmediği aşikar. Yeni yazıcı benim, kim olduğumu biliyorum ve kanatlarımın neden kırıldığını da, bildiklerimi, yaşatacaklarımızı ve yaşadıklarımızı anlatacağım size. Tüm bu karışık yazılanlardan parlayan cevheri çıkarmak boynunuzun borcu olsun.
Esindaş
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum: