Geçen yıl kasım ayında, dünyanın en tatlı ve bir o kadar da bahtsız yavru kedisi bizim bahçemize dadandı. Dört kardeştiler, üçünü mahallenin deli köpeği öldürdü, bir bu kalmıştı onlardan geriye. Annesi de bırakıverdi onu. Kimsesiz yavrucak henüz 1,5 aylık bile değildi. Fakat öyle bir yaşama azmi vardı ki o minicik bedenden hiç beklemezdik. Koca koca kedilerin önünden yemek çalabiliyor, kendi yiyeceğini asla kaptırmıyordu; iştahı ve sağlığı yerindeydi; oyun oynamıyordu lakin. Zaten nasıl oynasındı ki? Aralık, ocak gibi oyun oynamaya da başlayınca çok sevinmiştik. Kendi kendine bahçenin önündeki ağaca tırmanıyor, iplere pati atıyor, oradan oraya zıplıyordu. Derin bir nefes aldık, kurtuldu diye umduk fakat nafile bir umutmuş bizimki. Bir aya kalmadan hastalandı ve yemeden içmeden kesildi, bir haftaya kalmadan da ölüverdi yavrucak. Kalbime bıçak gibi saplandı onun ölümü; haftalarca o bıçağı hareket ettiremedim bile yerinden ve içimde öylesine kötü bir his vardı ki sebebini bilmediğim, bir türlü kurtulamıyordum etkisinden. Kötü bir işaret gibi gelmişti bu bana; hem de çok kötü. Bir ay sonra kötü haberler art arda gelmeye başladı. Annem hastalanmıştı ve babam ne yapacağını bilmez bir şekilde o yaşında koşturup duruyordu. Nisanda ameliyata alındı annem ve babam annem sağ salim ameliyattan çıktıktan ve ben geldikten sonra yanımda öylece yığılı verdi yere; öldü öylece. Hiçbir mantıklı insan tüm bunların aslında yavru kedinin bizim bahçeye girmesi ile başladığını savunamaz. Arkaik insanın aksine modern insan bunlar arasında kesinlikle bir bağlantı bulunamayacağını savunur aksini iddia etmek aptallık olacaktır gözünde. Fakat içten içe herkes bilir ki kötü şeyler üst üste gelir, bunu sadece dillendiremeyiz. Nedenini söyleyemediğimiz şeyler anlatmaya değmez. Matrix filmindeki ünlü ‘kara kedi’ sahnesini herkes bilir. Bir sahnede kara kedi belirmesi bir şeylerin değişeceğinin delaletidir. Artık kapı eski yerinde değildir.
Arkaik insanlar ise bizden farklı olarak bu görüngüler arasındaki bağlantıları anlamak ve çözmek konusuna fazlasıyla önem vermekteydiler. Her topluluğun bir büyücüsü veyahut da şamanı olurdu ve o en ufak kötü işareti dikkate alıp bunun doğurabileceği şeyler üzerinde uzun uzun çalışırdı ve bu elbette nedensellik ilkesi temel alınarak yapılmazdı. Her şeylerin mantıklı bir açıklamasının olduğu şu günlerde arkaik insanların bu davranışları bize ilkel gelmekte, onlarla dalga geçmemize ve küçümsememize yol açmakta. Arkaik insanların bu gibi görüngülerde kötü, şeytani güçlerin varlığını aramaları, bizim olguların nedenlerini biliyor ve onları kontrol ediyor gibi görünmemizle tamamen çelişmekte. Fakat gerçekten de olguların nedenleri tam olarak biliyor olabilir miyiz?
Yüzyıllar içinde insanlar, nasıl ve ne şekilde olduğu bilinmez, iyi ve kötü güçlerin varlığını unuttular. Sembolik olarak kitaplarda kalmış olması ise onların ete kemiğe bürünerek hayat içinde karşımıza çıkan şeyler olmasını engelledi. Tanrılardan uzaklaştığımız kadar şeytandan da uzaklaştık. Onları uslarımızın karanlık taraflarına, hiçbir şekilde bilmemek üzere attık. Her bireyin kendi yolu, kendi zihni ile ulaşması gereken güçlere sadece inanarak ulaşmak mümkün değildir. İnanmak anlamak değildir; bilmek hiç değildir. Bir zamanların en değerli olgusu olan sembolizmin uslarımızdaki yerinin körelmesi ile düpedüz cahil kaldık. Fakat önemli olan cahil kalmanın bilincinde olmaktı; biz kendi yolumuzun önüne bize verilmiş bilgilerden çelikten kapılar ördük. Bilgiyi iki yerden alıyorduk; ya din adamlarından ya da bilim adamlarından. Din adamlarından aldığımız bilgiye yenisi katmak, yorumlamak küfür sayılacağından buna gücümüz yetmezdi elbet, peki ya bilim insanları? Gerçekten atomu parçalayınca hayatın gizine ulaşabileceğini hatta ulaştığını sanan ve hayatı en küçük birimine kadar parçalayan ve parçalardan bütünü görmeye çalışan bilim insanları bir yerlerde hata yapıyor olamaz mıydılar? Arkaik insan için doğada beklenmeyen bir olay her daim korku ve şaşkınlık yaratmışken, modern insan bunun nedenini size söyleyerek kafanızı rahat ettirmeye çalışıyor ve siz nedenini bildiğiniz şeyi gönül rahatlığı ile karşılayabiliyorsunuz. Doktora gidiyorsunuz ve bilmem ne hastalığına yakalandığınızı öğreniyorsunuz; çok rahatlatıcı değil mi? O hastalığa neden yakalandığınızla ilgili bir liste var zaten her yerde, o listeden bir ve birkaçı muhakkak size uyacaktır. Fakat gerçekte öyle midir?
Bir zamanlar gerçekle bağımızı hurafelerle koparıyorduk. Kendi kendimize çözmemiş gereken gerçeklik ikinci bir elden din adamları tarafından veriliyordu bize. Belki tarihte gerçekten de mutlağı görebilen tek insan olmuşsa bile şu devri daimde, bulduğu şeyi bize verebilmesi o kadar imkânsız ki hiçbir kelam yerini alamaz kendi özgül deneyiminin. Fakat bize kala kala sözler kaldı ve biz taklit edip, ezberledik. Şimdi ise tüm bunların yerini büyük rakamlarla bilimsel veriler almış durumda. Gerçeğin yerine bir kaç rakama tutunduk ve kısmen kontrol altında olan çevresel şartlarda bize verilenlerle idare ettiriyoruz bu yalan ve dolanı. İçimizdeki sezgilere güvenmemeliyiz artık ne de olsa bu ilkel insana has bir özellik; modern insanlar olarak bizler ise ellerinde kocaman teknolojik aletler bizi bizden daha çok tanıyan büyük büyük insanlara teslim ettik kendimizi. Ve bir kedinin ölmesi ile başlayan olaylar silsilesi bu büyük adamların gözünde anlamsız ve bağlantısız tesadüflerse, bizim haddimize değil elbet bir anlam çıkarmak. Hayatımız ve de irademiz bizim elimizde değilken, bize vaat edilenleri sorgulama gücümüz dahi yok artık
İstatistiki olarak anlamımız dışında hayatımızın kendi içerisindeki anlamını bulmak için çabalayan insan hor görülürken ve de çember dışında itilirken en iyi taklit eden çoktan vip locasında yerini aldı bile. Fakat onun için de gelecek çok parlak değil. Bir yerlerde sakin sakin uçan kuş sürüsü verandasına dalmak üzere ve bilim adamlarının rasyonel bir şekilde yapmaya çalıştıkları açıklamalar asıl olanı yansıtmıyor. Kuşlar verandaya gelir, ormanda bir kurt dolanır, denizde yunus şarkı söyler ve dünya ikiye yarılır. Ve biz neden ve sonuçlarla ilgilenirken nedensizce bir sonuç ortaya çıkmıştır ve o kadar büyüktür ki artık görmezden gelinmesi mümkün değildir.
Duyu organlarımızla algıladıklarımızın dışında bir dünya muhakkak var ve orada cereyan eden en ufak bir dalgalanma ile göğün ve yerin yerinden oynayacağı kesindir. Ve bizler kendimizden kaçtığımız sürece, gizemi çözdüğünü söyleyen büyük büyük adamların yalanlarına kandığımız sürece, gizemden uzaklaştıkça uzaklaşırız ve fakat geriye garip izler kalır; kafasına kuşun kakasını yaptığı insan gider ve piyango bileti alır.
0 yorum: